31 Aralık 2011 Cumartesi

2012


Hayırlarla gelesin ...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Uyku saatine bakışınız değişecek !


Yıllardan beri uyku saatini masalsız atlamayız biz. Annesi gibi Deniz'in de kitaplara müthiş bir ilgisi var. En büyük cezamızdır bizim işlediği suça karşılık o gün masal okumamak. Her gece 2 masal okuruz ve genelde her gece "bir tane daha oku,lütfeeen..." ısrarlarıyla noktalanır. Bu tabii bir anne için çok hoş bir duygu,çocuğunun kitapları sevmesi falan ama bazen fenalık da gelebiliyor. Yüksek sesle boğazın acayip hallere girene kadar oku, aynı kitabı dön dön defalarca oku ...

Ama bir kaç ay önce yaptığımız bir keşif uyku saatlerini benim için de iple çekilen saatler haline getirdi : PITIRCIK. Goscinny'nin yazdığı,Sempe'nin resimlediği Pıtırcık Serisi öyle eğlenceli,öyle tatlı ki şiddetle ve kesinlikle her anneye tavsiye ediyorum. Hatta siz de benim gibi geceye kadar sabredemediğinizden kitabı çocuğunuzdan gizlice alıp bir köşede okurken bulabilirsiniz kendinizi. Goscinny ismi tanıdık gelmiştir belki. Hani Red Kit'in ve Asteriks'in yazarı. Bu bile ne kadar kaliteli ve güzel bir kitapla karşılaşacağınızın garantisi zaten. Gerçi kitabın hitap ettiği yaş aralığı 8-11 olarak belirlenmiş ama 6,5 yaşındaki Deniz de, 34 yaşındaki annesi de kitaptan çok keyif aldıklarına göre o yaş aralığına hiç aldırmayın siz. Almayı düşünenlere serinin ilk kitabı Küçük Pıtırcık'tan başlamalarını öneririm. Kitaplar birbirini takip etmiyor ama ilk kitap karakterleri daha net tanıtıyor.


Okuma saatlerimizi zenginleştiren kitaplardan biri de çok sevdiğim Ebru'nun tavsiyesi olan Samed Behrengi'nin Küçük Kara Balık'ı. Hüzünlü bir sonu olsa da çok güzel,çok anlamlı,çocuğunuza yıllar içinde her okuyuşunda farklı zenginlikler katacak bir kitap. Teşekkürler Ebru'cum :)


16 Aralık 2011 Cuma

Vay be, ne çok kitap okumuşum !

Başlığı, vay be ne kadar uzun zamandır kitap yazısı yazmamışım olarak da değiştirebiliriz.
Hemen başlıyorum.


Tanios Kayası - Amin Maalouf - 5 üzerinden 4
Afrikalı Leo - Amin Maalouf - 5 üzerinden 4

Okul kütüphanesindeki Amin Maalouf külliyatını hatmetmeye devam. Üç kitap oldu şimdiye kadar ama hala favorim Yüzüncü Ad.


Zemberekkuşu'nun Güncesi - Haruki Murakami - 5 üzerinden 4

Kalın kitapları ince kitaplardan daha çok severim nedense. Murakami ise sağolsun bu sevgimi doya doya yaşatacak kitaplar yazıyor. (Böyle sağolsun yazınca aklıma Hidayet Türkoğlu'nun bir maç sonrası "Sağolsun Allah da yardım etti,kazandık" dediği geldi.Deli ☺) Yazarın üçüncü kitabı oldu bu okuduğum. Üçünün en iyisi. Bence.


Narlı Ev - Oscar Wilde - 5 üzerinden 4

Ta 2004 'te almışım bu kitabı, İstanbul'dan. Kitaplığımın derinliklerinde unutup gitmişim. Dorian Gray'in Portresi hala favorim olsa da Narlı Ev'i de severek okudum. Gerçi içindeki bir çok hikayeyi Deniz'e okuduğum Mutlu Prens'ten biliyordum zaten. Kısaca Oscar Wilde seven bu kitabı da sever.


Kız Öpme Kuyruğu - Nazlı Eray - 5 üzerinden 3

Her zaman romanı öyküye tercih ettiğimden notu öznel bir bakışla kırmış olabilirim. Kitaptaki öykülerden ve mektuplardan bir kısmı gerçekten çok iyiydi. Tavsiyem daha önce hiç okumadıysanız Nazlı Eray'ı başka bir kitapla okumaya başlayın. Okuduysanız biliyorsunuz zaten, Nazlı Eray her zamanki çılgın Nazlı Eray.


 Kötü Bir Şaka - Italo Svevo - 5 üzerinden 2

Çok kötü diyemem ama okuyacak başka kitaplarınız varsa bu bekleyebilir, hem de uzun süre.


Video Tanıkları - Brigitte Aubert - 5 üzerinden 1

Yazarın önceki okuduğum kitabını ne kadar övdüysem bunu da o kadar yeriyorum. Aman ha!


Son Osmanlılar - Murat Bardakçı - 5 üzerinden 3

Murat Bardakçı'nın yüzünü merak eden yoktur herhalde☺ Ama yine de düzen bozulmasın diye koydum. Sürgüne gönderilen padişah çocuklarının, torunlarının kimi zaman ilginç, çoğunlukla da hüzünlü hikayelerini sıkıcı olmamayı başararak anlatabilmiş kendisi. İlgilenenlere ...



15 Aralık 2011 Perşembe

Hayal


Sabah çok erken uyandım, geri uyumaya çalıştımsa da nafile uyku tutmadı. Kalktım. Uzun zamandır bu kadar erken saatlerine tanık olmuyordum günün. Balkona çıktım. Serin, hatta nerdeyse buz gibi. Kuşbakışı baktığım şehrin üzerini sis kaplamış, şehir görünmez olmuş. Sadece karşıdaki yüksek dağın karlı tepeleri seçilebiliyor. Birden martı sesi duydum sanki, yoo hayır sanki değil gerçekten duydum. Uzaktan uzaktan gelen bir de deniz sesi var, hışır hışır... Gözlerimi kapadım .Denizi dinledim. Mutlu oldum. Bir kaç dakika, belki de bir kaç saniye, bilmiyorum. Ve ve ve bir anda farkettim ki, deniz sesi sandığım çalışan kombiden gelen uğultuymuş, kendine masalsı bir sis havası verense şehrin üzerine çökmüş kirli hava. Martı sesi mi? Tabii ki martı değil, Maraş'ta martı ne gezer, Allah bilir karga sesidir. Neyse artık iyice uyandığıma göre içeri girip akşamdan kalan bulaşıkların başına geçebilirim ☺

14 Aralık 2011 Çarşamba

Küs müsün, barış mı?


Dün sabah saat 10'da uyandı Deniz. Uyanır uyanmaz saati sordu, 10 deyince çok canı sıkıldı. Geç uyanmaktan nefret eder. Oyun zamanı azalıyor diye. Aslında uykudan nefret eder. Mecbur kalmadıkça uyumaz. "Uyurken hiç eğlenemiyorum ki...." Dolayısıyla yataktan somurtkan bir suratla kalktı. Haydi Bismillah. Bu kalkışla sabahın geri kalanının nasıl geçeceği hakkında eski tecrübelerime dayanarak bayağı fikir edinmiştim. En şefkatli, en tatlı sesimle sorduğum "Kahvaltıda ne istersin canım?" soruma homur homur tonlarında bir cevap aldım. Daha doğrusu cevap da alamadım. Deniz yemekten de nefret eder çünkü. Mecbur kalmadıkça yemez. Neyse bir krize sebebiyet verebilecek bu hassas kısmı atlayalım dedim kendi kendime. Ama çok da tahammüllü olacak zaman yok .Biraz sonra evden çıkmamız gerek çünkü. "Anneciğim o zaman kahvaltıya kadar kalan ödevini bitir istersen, sonra hiç zamanın olmayacak çünkü" dedim. Daha yüksek düzeyde bir homurtuyla karşılık buldu bu sözlerim de. "Anneciğim,o zaman üstünü giyin bari,üşüyeceksin".  "HOMUR HOMUR HOMUR!" İçimden la havle çekiyorum ama bir şeylerin de artık yapılması gerek, vakit sürekli ilerliyor. Bana şunu getir diyor, getiriyorum, şunu götür diyor götürüyorum. Ne derse çevresinde pervaneyim. Ama yüzü asla gülmüyor. Ağzımı açtığım an bir fırça yiyor oturuyorum. Sonunda dayanamadım, kendime hakim olup bağırıp çağırmamak için büyük bir efor sarfederek en serinkanlı ses tonumla "Madem her konuştuğumdan bu kadar rahatsız oluyorsun ben de artık seninle konuşmuyorum, senin hiç bir şeyinle ilgilenmiyorum. Her işini kendin hallet. Küstüm" dedim. Kahvaltıyı falan da es geçtim. Nasıl olsa okuldaki toplantı için erken çıkmamız gerektiğinden onu anneannesine bırakacaktım, orda yemek yerdi. Evden çıkmaya beş dakika kala "Ben 5 dakika sonra evden çıkacağım, bilgin olsun" dedim. "Ne  giyeceğim?" dedi. "Bilmiyorum, ilgilenmiyorum" dedim. Kendi kendine üstünü giymeye başladı. "Dergimi çantama koydun mu?" dedi. "Bilmiyorum,ilgilenmiyorum" dedim. Kendi kendine çantasını da hazırladı. Kapıdan çıkarken "Çantamı almayı unuttun" dedi. "Senin eşyalarınla ilgilenmiyorum" dedim. Mecburen yüklendi çantasını. Çantanın ağırlığı kendi kadar var. Altında eziliyor nerdeyse. Yine de aldırış etmedim. Çok canımı sıkmıştı. İnleye inleye taşıdı. Anneanneye vardık, onu görür görmez acılar içinde ağlamaya başladı. "Annem bana işkence ediyor,her şeyi bana taşıtıyoooor,parmaklarım koptuuuuu" Bıraktım çıktım o hala ağlarken. Tüm gün içim buruk, keyfim kaçık.

Akşam okuldan almaya gittim. Sınıftan çıkarken kapıda beni gördü. Uzandım çantasını almak için. Yüzüme ruh halimi anlamak istercesine bakıyor. Kendimi de aynı bakışla ona bakarken buldum. İkimizin de kafasında aynı soru. "Hala küs mü bana?" Sonunda dayanamadı, sordu. "Küs müsün bana?" "Çok üzüldüm bütün gün aramızda yaşananlar için, sana öyle davranmak istemezdim,ama sabahleyin beni gerçekten çok kırmıştın" dedim. "Ben de tüm gün çok üzüldüm" dedi. Okul koridorundaki o karmaşanın ortasında, dört bir yanımızda çocuklar koştururken birbirimize sımsıkı sarıldık, öpüştük, koklaştık, barıştık. Dün akşamdan beri sevgi kelebeğiyiz biz.

Fotoğraf *

12 Aralık 2011 Pazartesi

Sev beni, ben zaten çok seviyorum seni


Anneciğim, önümüzdeki yıllar için senin hakkında en çok ama en çok korktuğum, tabii saçının teline dahi bir zarar gelmesi dışında, beni şimdiki gibi sevmemen, bana artık sımsıcak sokulmaman, beni durup durup öpücüklere boğmaman. Hatta aksine ben sana yaklaşmaya çalıştıkça "aman anneee" havalarında benden uzaklaşman. Bunu biliyor musun? Ah sormama ne gerek var aslında? Tabii ki biliyorsun. Çünkü söyleyip duruyorum sana ikide bir. Bir gün bahsi açılmıştı da böyle yaptığımı bir arkadaşa anlatmıştım. Kız dehşetler içerisinde bakmıştı bana. Çocuğa niye böyle şeyler söylüyorsun diye. Belki de haklı, belki de söylememem gerek. Seni anlamsız bir baskı altına alıyorum belki. Ama ne yapayım, ben öyle çok bilinçli olayım, her şey bilmiş psikologların dediğine uygun olsun diyen bir anne değilim. Ne hissediyorsam o işte. Sevgi dolup taşıyorsa içimden deli deli sever, kızgınsam deli deli öfke krizlerine girebilirim. Memnun değilsin belki bu halimden, belki de yaşın büyüyüp biraz daha bilinçlenince eleştireceksin beni. Gerçi şimdiden hafif hafif eleştirmeye başladın ya,neyse. En iyisi dua edelim, senin bana sevgin aynı şiddette ve ömür boyu sürsün, ben de daha iyi bir anne olayım diye, hı ne dersin?

6 Aralık 2011 Salı

Kuyu günleri


Zemberekkuşu'nun Güncesi'nde bir kuyu metaforu var hani.Tam da o derin kuyunun dibindeymişim gibi hissediyorum.Geceleri parlayan bir kaç yıldız ve gündüz bir kaç dakikalığına uğrayıp geçen güneş var sadece umut olarak.

*Fotoğraf kel alaka

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails