30 Kasım 2012 Cuma

Bloglarda sevmediklerim



  • "Devamını okumak için tıklayınız" yazısı. Ne gerek var. Zaten okumak için açmışım orayı, bir daha tıkla, bir daha tıkla,pfff... O yazıyı görünce bazen okumaktan bile vazgeçiyorum, ne yalan söylemeli.
  • Her taraftan fışkıran reklamlar. Yazı nerde başlıyor, reklam nerde bitiyor belli olmuyor bazı bloglarda, öyle çok reklam var. Fazla karmaşa.
  • Sev beni seveyim seni durumları. Yorum bırakana yorum bırakmalar falan filan. Yorum bırakmak istiyorsan bırakırsın, o kadar. Çıkar ilişkisine hayır.
  • Yorum onay kutusu. İşkence değil de ne?!
  • Koyu renk arka plan. Biraz okuduktan sonra yazılanlar ne kadar güzel olsa da içim sıkılıyor ve daha da kötüsü bir süre sonra gözüm müthiş yoruluyor.
  • Hayatta, biz sıradan dünyalıların yaşadığı hiç bir sıkıntıyı, üzüntüyü,kaygıyı yaşamayan daha doğrusu mış gibi yapan, sahte yazanlar.
  • Başka ne vardı???

28 Kasım 2012 Çarşamba

Gel de yeme şimdi!


Gece saat 10 civarı. Babayla televizyon izliyorlar. Sabahçıyım, erkenden uykum geliyor, erkeklerin maç keyfini bozmadan habersizce gidip yatıyorum. Bir kaç dakika sonra, farkındayım evin içinde beni arıyor. Yatak odasının kapısından bakıyor, sessizce geri gidiyor. "Baba sütümü hazırla ben yatıcam", diyor. Benim yatakta olduğumdan habersiz baba, maçın başından kalkmak istemiyor, "Annene söyle hazırlasın", diyor. Ayak seslerinden anlıyorum, bizimki mutfağa gidiyor, tıkır tıkır sesler, cezve çıkarılıyor, bardak indiriliyor..."N'apıyorsun?" diye sesleniyor babası. Cevap uyumuş numarasına yatan anneyi yataktan kaldırmaya yetiyor: "Annem yatmış, sütümü ben hazırlıyorum, annemi uyandırırsam çok üzülür, çok yoruluyor o gündüz.

26 Kasım 2012 Pazartesi

İsyan edesi geliyor insanın


Bir kaç gün önce okuldan bir arkadaşın abisi vefat etti, kalp krizinden. 60 yaşındaymış, 3. kalp krizi. Arkadaşa taziyeye gittiğimizde çok üzgündü tabii ki ve de çok kızgın. Abisi fenalaştığında ambulans çağırmış, devlet hastanesine götürmüşler. Kabul etmemiş hastane hastayı, yerimiz yok demişler. Öyle ufak tefek bir hastane de değil üstelik, daha yeni yapıldı, devasa bir bina. Ama yokmuş yerleri, yalvarmış yakarmış hastanın yakınları, olmamış. Bu arada hasta fena halde, acilde yaptıklarıysa sadece bir ağrı kesici. Bakmışlar ordan umut yok, almışlar tıp fakültesine götürmüşler. Yine aynı laflar, yerimiz yok, Antep'e, Adana'ya götürün falan. Bizim arkadaşın eski bir öğrencisi çalışıyormuş tıp fakültesinde, onu aramış bulmuşlar. Onun sayesinde birden yatak bulunuvermiş. Tabii bu arada saatler hastaya hiç bir müdahale yapılmadan boşa geçmiş.Bir hafta yatmış hastanede, sonunda da işte acı haber.

Devlet hastanesinde çalışan tanıdıklardan duymuştuk hastanenin tam kapasite Suriye'den gelenlere çalıştığını, Türk hastadan çok Suriye'li hasta olduğunu. O koskocaman hastanede acil durumdaki bir hasta için yer olmamasının sebebi bu demek ki. Yardım mı etmiş oluyoruz şimdi, insanlık görevimizi mi yerine getirmiş oluyoruz? Onlara gösterdiğimiz insanlıksa kendi insanımıza bu yaşattıklarımız ne acaba? Yardım iyidir mutlaka ama altyapın, imkanların ölçüsünde yaparsın yardımı. Kendi vatandaşını öldürmecesine yardım etmişsin, ne anladım ben bundan. Tıpkı altyapı olmadan yeni yeni eğitim sistemlerine geçip çocukları, gençleri heder ettikleri gibi. Akıl almıyor hakikaten, akıl almıyor.



24 Kasım 2012 Cumartesi

♪♪♫ ♫♪ ÜÇ ♫♪♪♫♪


Tüh ya, bu yıl da kaçırdım gününü. Ama ayı çıkmadan yakaladım :) Tam 3 yıl olmuş. İyi ki doğdun Resimli Günlük!

Bu kedi annem için :)


Deli :))

19 Kasım 2012 Pazartesi

Şaşkın blog yazarının resmidir



Çalışkan bir blogcu değilim ne yazık ki. İstediğim sıklıkta yazamıyorum. Bir şeyi yazıyorsam onlarca yazmak istediğim şey de arada kaynayıp gidiyor. Aynı şekilde, çok istediğim halde sevdiğim blogları takip etmeye de her zaman fırsat bulamıyorum. Yorum yazmada da durumlar fena. Genelde ancak bir kaç blog okuyuverip kapatmak zorunda kalıyorum bilgisayarı, yorum bırakmayı ne kadar istesem de vakit bulamıyorum ne yazık ki. Hatta bazen kendi yazılarıma bırakılmış yorumlara bile cevap yazamıyorum. Ki bu benim hiç hoşlanmadığım bir şey. Yani ideal blog yazarı tanımına hiç uymuyorum. Ki benim internet dünyasıyla tek alakam burası. Ne face kullanırım, ne twitter, ... Blogun arkasından yetişemiyorum ki bir de oralara el atayım.

Bu arada bakıyorum, ne çalışkan insanlar var. Bloglarını sık sık güncelliyorlar, onlarca bloga yorum bırakıyorlar ve hatta blog olayını aşıp facede, twitterda, instagramda, pinterestte ve eminim daha benim adını bile bilmediğim bilumum ortamlarda gayet aktif bir şekilde boy gösteriyorlar. Hayranım kendilerine ve çok merak ediyorum, o kadar vakti nasıl buluyorlar? (Onlara öyle şaşırarak bakıyorum ki yüzüm herhalde o sırada fotoğraftaki arkadaş gibi oluyor :) Bu insanların bir çoğu aynen benim gibi çalışan anneler. Yani en az benim başımdaki kadar onların da işi gücü vardır. E o zaman, onlar o kadar işi halledip bir de bilgisayar başında geçirecek bunca zaman bulurken ben neden bulamıyorum? Gariplik bende mi, onlarda mı diye soruyorum bazen kendime. Sanırım bende diye cevaplıyorum sonra kendimi. Bu kadar insan bunu yapabilip ben yapamadığıma göre sorun bende olmalı. Zamanımı yönetemiyorum demek ki.

Canımı sıkıyor bu durum, yaş kaç olmuş hala öğrenememişim zamanı doğru kullanmayı. Geçirdiğim günün yarısı belki daha çoğu boşa gidiyor. Zamanı doğru kullanmakla ilgili bir rehber, evet evet bu konuda iyi bir kitap lazım bana.

 Aslında bana kendi kendime verdiğim sözlere sadık kalmayla ilgili de bir kitap lazım, bir de geçenki yazımdan da anlaşılacağı üzere mutlu olmayla ilgili bir kitap lazım, bir de yaptığın mesleği bırakamıyorsan bari sevmeyi öğren konulu bir kitap lazım, bir de...Bu liste çok uzayacak sanırım. Neyse, zamanı kullanmayı öğreneyim hepsini ayrı ayrı yazarım :)



Bu şarkı, takip edilmek, okunmak için yapmam gereken yukarda yazdığım şeylerin hiç birini doğru düzgün yapmadığım halde yine de beni okuyanlara, yorum bırakanlara yani benden tüm sevdiklerime ve sevenlerime gelsin :)


17 Kasım 2012 Cumartesi

Çalış çocuğum çalış


Bugün ilkler günü.
Basketbol kursuna ve ikinci tur Kur'an derslerine başladı bugün Deniz.
Kur'an dersi bitti, koştur koştur basketbola yetişmeye çalıştık.
Zaman böyle.
O dersten bu kursa, bilmemne aktivitesinden bilmemne etkinliğine.
Koşsun çocuklar, koşsun anne babalar.
Biz bir sokak bilirdik haftasonlarında.
Gece karanlık çökmeden eve girmezdik.
En iyi ihtimalle lise 2'de tanışırdık dershaneyle.
Çoğunluk lise 3'te giderdi oraya da.
Şimdi daha Deniz'in sınıfından, dershaneye giden kaç çocuk biliyorum.
Merak ediyorum, şimdiki nesil bu kadar çaba sonucunda gerçekten bizden farklı olabilecek mi acaba?

Benim bu düşüncelerim bir yana, Deniz basketbola gideceği için öyle mutluydu ki dün gece uykuya zor daldı, sevinçten içi içine sığmıyordu. "Basketbol oynadığım için çok uzun boylu olacağım ben değil mi anne?", bugün defalarca cevapladığım sorulardan biriydi :)


* Fotoğraf bu yazdan


13 Kasım 2012 Salı

Mutlu = Güzel



Kesinlikle mutlu insan güzel oluyor. Bakım makım boş laf. Mutsuz olan, ellibin krem sürse orasına burasına yine de o güzellik enerjisini yayamıyor etrafa.

Kesinlikle hüznü, bilmemneyi bir yana bırakıp mutlu olmaya çalışmalı o yüzden.

Kesinlikle mutluluğun büyük şeylerle ilgisi yok, önemli olan nasıl baktığın. Hastalığa, acıya, afetlere,zahiren en fena olaylara bile.

Kesinlikle Hilal'in şu yazısında bahsettiği negatiflik orucuna başlamalı mesela. Mutlu olmak adına işe yarar bir adım gibi duruyor.

Kesinlikle "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır." darb-ı meseli, "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır, hayatından lezzet alan güzel görünür." şeklinde değiştirilmeli. Bu hali kadınları daha çok çeker.

Kesinlikle ve istisnasız güzel olmak ister her kadın çünkü.

Kesinlikle mutlulukla ilgili farklı önerilere açığım, haberiniz ola.


12 Kasım 2012 Pazartesi

okudumyazdımokuyunyazın

Son dönemde kitaplara gömülen biri olarak liste daha çok uzamadan birikenleri yazayım artık. Zaten geçenlerde kitapyurdu'na  kallavi bir sipariş verdim, çok mutluyum. En azından bu listeye onlar eklenmesin. Yoksa yaz yaz bitmez :)


Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez - 5 üzerinden 3

Daha önce okuduğum kitapları daha iyiydi Marquez'in. Ondan 3 belki.




Parfümün Dansı - Tom Robbins - 5 üzerinden 4

Öyle acayip bir kitap ki Parfümün Dansı, birbiriyle alakasız çok şeyden bahsediyor ve onların hepsini birbiriyle buluşturabiliyor. Parfümler, pancarlar, ölümsüzlüğü arayanlar, 1000 yıl yaşayanlar, daha neler neler. Kolay bir kitap değil, anlayabilmek için sakin bir köşeye çekilip kendini tamamen kitaba vermek gerekiyor. Ama yazarın müthiş zeki, esprili dili, derin konuları şaşırtıcı kıvraklıkla yazıya dökebilmesi kitabı ve yazarı vazgeçilmez yapıyor.


Yetenekli Bay Ripley - Patricia Highsmith - 5 üzerinden 4

Ta üniversitedeyken sinemada izlemiştim filmini. Sonunu biliyordum yani kitabın. Ki bu bir cinayet romanı okurken en istenmeyen durumdur. Buna rağmen zevkle okudum. Severim zaten P. Highsmith'i, daha önce bir çok kitabını okudum. Ripley'in olduğu kitaplarsa bence onların en özelleri.


Aylak Adam - Yusuf Atılgan - 5 üzerinden 4

Bence Yapı Kredi Yayınları yerli yazarların romanları için kullandığı kapakları değiştirmeli. Sırf kapağından hoşlanmadığım için okuyasım gelmiyor bu kitapları. Ama aynen bu örnekte olduğu gibi kendimi zorlayıp okuduğumda niye daha önce okumamışım ki diye hayıflanıyorum. Benim üniversite zamanlarımda okuduğum kitaplara benziyor Aylak Adam, yalnız, düşünen, kendiyle ve dünyayla sorunlu bir kişiliğin romanı. O yüzden okurken bundan 10 yıl öncesindeymiş gibi hissettim kendimi ve bunu çok sevdim :)


Gözlemler - Jane Harris - 5 üzerinden 4

Sürükleyici, ilginç ve sevdim :)


Efendi - Soner Yalçın - 5 üzerinden 3

Karınca duası gibi minicik harflerle yazılmış, 566 sayfalık, içinde yüzlerce isim geçen bir kitap. Ama yine de okurken "vay be" dedirtiyor. Bu topraklarda kimlerin ne oyunlar çevirdiğini gözler önüne seriyor. Tüm kitapları okuma listemde Soner Yalçın'ın. Gerçekleri, bizden köşe bucak gizlenen gerçeklerin en azından bir kısmını görebilmek için. Notun kırıklığı o yüzlerce isimden. Kitabı okumayı zorlaştıran kısmından.


Kertenkelenin Uykusu - Nihan Taştekin - 5 üzerinden 3

Polisiye, esprili, güzel, hoş ama 3'ten fazlası değil.


Sözde Kızlar - Peyami Safa - 5 üzerinden 4

Ustayı okumak zevk!


Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit - 5 üzerinden 4

Bu adam ne yazsa seveceğim ben galiba. Ama Beyoğlu Rapsodisi gerçekten çok sürprizli bitiyor, öyle böyle değil.



11 Kasım 2012 Pazar

Hmmm...

7 yaşına kadar olan çocuğunuzla oynayınız, 15 yaşına kadar arkadaşlık ediniz, 15 yaşından sonra istişare ediniz.
                                                           
                                                                      Hz. Ali (r.a)

Bu söz doğal süreçte kendiliğinden oluşuyor sanki. Gerçekten de geçen seneye kadar Deniz'le paylaşımlarımız oyunda yoğunlaşırken bu sene daha farklı. Daha çok sohbet ediyoruz, o bana daha çok şey anlatıyor, benim anlattıklarımı da çok daha rahat anlıyor ve karşılık veriyor. Bazen onunla sohbet etmek bir arkadaşımla sohbet etmek kadar tatmin ediyor beni. İlginç. Yaşıyorduk bu hali zaten ama Hz. Ali'nin sözünü okuyunca daha net algıladım şimdi.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Gurur doluyduk hepimiz

Bugün  sabah okula gittik. 10 Kasım için. Hafta sonuydu, gök delinmiş gibi yağmur yağıyordu ama hiç mi hiç şikayet etmedik. Eskiden olsa ederdik belki. Ama bu gidişle yakında 10 Kasım'ı da herhangi bir güne çevireceklerini, her yerde Atatürk'ü silmeye çalıştıkları gibi 10 Kasım'da bile O'nu anmamızı istemeyeceklerini bildiğimizden bu son fırsatları değerlendirelim dedik. Hiç mi hiç şikayet etmedik. Aksine gurur doluyduk hepimiz.

9 Kasım 2012 Cuma

Tekerrür



Yine az yeme, bol kitaplara gömülme günlerimdeyim. Anladın sen onu ...

2 Kasım 2012 Cuma

İmdaat!


Her şeyin farkında. Biz güya tedirgin etmemek için yanında bahsetmemeye çalışsak da ...

1 Kasım 2012 Perşembe

Kehanet


Dün okulda bir öğretmen arkadaş 20 yaşındaki oğlu için "Bazen geri içime sokasım geliyor onu, öyle seviyorum." dedi. Anladım ki bizimki kazık kadar olduğunda da benim için hiç bir şey değişmeyecek.

Fotoğraf eskilerden, çok zorlasam içime sığacak kadar olabileceği dönemlerden.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails