31 Ocak 2013 Perşembe

Kravat iğnesi


Babamın göz problemleri ne yazık ki hala devam ediyor. Bir kaç gün önce gözüne enjeksiyon yaptıracaktı, beraber gittik hastaneye. Doktorun ameliyatları uzadı, sıranın babama gelmesi için nerdeyse tüm gün beklemek zorunda kaldık. O kadar saatler boyunca ben sıkılırım, beklemekten yorulurum diye babam kendi halini unuttu, beni oyalayacak şeyler bulmaya uğraştı durdu. Diliyle de teşekkür etti ama hali her an teşekkür ediyor gibiydi. Ezildim, üzüldüm... Anne, baba olmak ne acayip bir şey dedim. Yıllar yıllar boyu sen evladın için ne sıkıntılar, ne uykusuzluklar, ne üzüntüler çekersin, üstelik bu son derece tabii olur. Ama gün gelir evladın senin için ufacık bir sıkıntıya girdiğinde minnet duygularıyla dolar, memnuniyetini nasıl göstereceğini bilemezsin. İşin ilginci evladın da o demde kendi evladından gelen sıkıntılara gık demeden, seve seve katlanmaktadır. 

Babamdan bahsedince bir anım geldi aklıma. Zaman zaman hatırlayıp içimin ezildiği bir anı. Ortaokul çağlarındaydım, sınıfta yılbaşı çekilişi yapmıştık, bir erkek öğrenci çıkmıştı bana da. Hediye olarak bir kravat iğnesi almıştım, büyük ihtimalle bir tuhafiyeciden. Pek matah bir şey değildi yani. Eve getirip aldığım hediyeyi göstermiştim bizimkilere. Babam "Ne güzelmiş, bana ver de ben takayım, sen arkadaşına başka hediye al." demişti. Niye öyle demişti bilmem, kravat iğnesi kullanmazdı hiç. Belki de laf olsun diye söylemişti, öylesine. Bense ergenliğin en gıcık ses tonu ve haliyle hiç de vermeyeceğimi söylemiştim. Sanki babamın gülümsemesi birden buruklaşıvermişti suratında. Ya da öyle olmamıştı da yıllar içinde o anı kendime kızarak hatırladığım her seferinde öyle olmuş olabileceğini hayal ederek ben otutturmuştum babamın yüzüne o burukluğu. Bilmiyorum artık. Sonuçta vermemiştim kravat iğnesini babama, versem büyük ihtimalle almayacaktı zaten. Ama vermemiştim işte. Utandım sonra kendimden. Hala da utanırım. Yıllar sonra babama bir kravat iğnesi hediye etmeyi düşündüm ama babam hala kravat iğnesi kullanmıyordu. Onun yerine gömlek alıp durdum her hediye verme zamanı. Kravat iğnesi sözcüğü ise hala kalbimin bir kenarına batar durur.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Mecburi mola


Teknik bir arıza nedeniyle evde belirsiz bir süre internet yok. Şimdi okuldan yazıyorum. Ama 3 gün sonra okul da yok. Ne zaman görüşürüz artık bilmiyorum sevgili blogcum. Umarım kısa sürer bu ayrılık. İnternetsiz hayatımda bol bol, bölünmeden kitap okurum artık. Ee, her şeye olumlu açıdan bakmak lazım.

                                                                                                                        İmza: Pollyanna

20 Ocak 2013 Pazar

Çok kıskanıyorum


Bu Watson denen adamı acayip kıskanıyorum. Sherlock Holmes'un en yakın arkadaşı o olmasın, ben olayım istiyorum. O müthiş zekaya en yakından ben tanık olayım, her adımında Holmes'un yanında olayım, her şeyin sırrını bana anlatsın istiyorum. Holmes maceraları hiç bitmesin istiyorum. Bir de Londra'da harika bir Sherlock Holmes müzesi varmış, oraya gitmek, her köşesini uzun uzun gezmek istiyorum.



Bu Watson da kim, Holmes bu kadar bayılacak neler yapmış diyenler, daha detaylı ve bağımlısı olacağınız bilgiler için bakınız Sherlock Holmes kitapları.




15 Ocak 2013 Salı

Börek rüyası

Son dönemlerde keşfettiğim harika bir börek tarifi var. Yıllardır güzel bir peynirli tepsi böreği tarifi arar, çeşit çeşit reçeteleri dener ama yine de hayal ettiğim böreğe kavuşamazdım. Fırında bir coşkuyla kabaran böreklerim çıkarttığımda yamyassı olur, beni hayal kırıklığına uğratırlardı. Ya da bir hevesle pişirip tezgaha koyduğum tepsideki böreğin yağ gölünde yüzdüğünü görür, daha yemeden içim kalkardı. Bunca yıllık denemelerden sonra nihayet aradığım böreği yenilerde buldum. Sofra dergisinin yayınladığı yemek kitabında yalancı su böreği diye geçiyor. Pratik, kabaran ve kabardığıyla kalan, hakikaten de su böreği tadında nefis bir börek.

İşte geçenlerde rüyamda sabaha kadar bu börekle uğraştım. Hem de sırf sizler için :) Rüyamda kendimle tartışıp duruyorum, bir ben diyor ki, "Bu kadar güzel bir böreğin tarifini kesinlikle blogda paylaşmalısın, belki senin gibi arayıp duran birinin karşısına çıkar da bir işe yararsın." Öbür ben de diyor ki, "Benim blogum yemek blogu değil ki, o işlere hiç girmeyeyim, hem de o kadar ustanın yanında tarif vermek benim ne haddime." Bana öyle geldi ki bu tartışma bir gece boyu böyle sürüp gitti, sonunda bir karara da varamadan uyandım. Bloga mı çok kafayı taktım, böreğe mi, yoksa bir yerlerim açıkta mı kaldı bilmiyorum artık. Hayırdır inşallah :)

13 Ocak 2013 Pazar

Sabah sabah


Deniz uyuyor. Uyanmasını bekliyorum. Uyanınca kahvaltıya anneanneye gideceğiz beraber. Birisinin insana kahvaltı hazırlaması çok süper bir duygu!!

Çok acıktım. Deniz bir türlü uyanmıyor. Akşam uyumak bilmiyor, sabah uyanmak. Geç kalkınca da bana kızıyor, niye beni daha erken uyandırmadın diye. Nefret eder geç kalkmaktan. Günü kaçırıyormuş.

Deniz'i beklerken buralarda boş boş dolanıyorum ben de. Bakın şimdi aklıma geldi, komik bir şey anlatayım size. Kablolu modem kullanıyorduk önceden, bir kaç haftadır kablosuz kullanıyoruz. İkisinin de kotası aynı. Kabloluyu kullanırken rahat rahat kullanırdım, şimdi her an tedirginim, bu minnacık şeyin içine o kadar internet sığar mı, çabucak bitiverir bunun kotası diye bir korku içindeyim. Tabii ki biliyorum o işin öyle olmadığını ama psikolojik işte, küçücük ya bu modem öncekine göre :)

Kahvaltıyı yapıp dönelim de e-okula not gireyim bari. Son haftalara giriyoruz malum. Geçen senelerde çok zor oluyordu not girmek ama bu sene okuryazar bir oğlum var artık çok şükür, o okuyor ben yazıyorum. Şipşak bitiyor.

Geçenlerde yine Deniz okuyordu notları, ben yazıyordum. Demet diye bir öğrencim var, yurtta nöbet tuttuğum dönemlerden tanır Deniz onu ve çok sever. İşte bu Demet matematikten 28 almış. Deniz onun notunu okuyunca "sen nasıl Demet'e 28 verirsin, benim hatırım için daha çok verseydin" diye üzerimde epey bir baskı yaptı. Bunun hatırla gönülle olmayacağını anlattım Deniz'e, gönlü pek razı olmadı ama vazgeçti. İşin kötüsü bunları espri olsun diye okulda Demet'e anlattığımdan beri kızcağızın içini bir umut kapladı, Deniz'in sayesinde geçerim ben matematiği diye. 

Neyse Deniz uyandı, karnım zil çalıyor zaten, biz kaçtık 

♥ ♥ ♥


11 Ocak 2013 Cuma

Muhteşem halis yün! Deneyin siz de görün :)


Halis yün fanilama, halis yün fanila üreticilerine, halis yün fanilayı icat edenlere, halis yün fanila satıcılarına ve halis yünlerini bize cömertçe sunan tüm dört ayaklı dostlara sonsuz teşekkürler. Sayelerinde üç gündür üşümüyorum, sıcacığım, keyfim yerinde. Hatta artık gece vaki eksi bilmemkaçyüz derecede (bana öyle geliyor :) mont altına tek kat ince bir kazak giyip çıkabilecek kadar da cesaret doluyum. Pek şık bir kıyafet değil, kabul ama dışardan görünmüyor nasılsa, o yüzden boş ver gitsin. İç güzelliğini ise havalar ısınıncaya kadar askıya aldım, kimse kusura bakmasın :)


Konu ne alaka diyenler bir alttaki yazıya baksın!

9 Ocak 2013 Çarşamba

Hava ayaz mı ayaz - Ellerimi hissetmiyorum bile



Evvela, şehrin üzerini günlerce bembeyaz bir tül kapladı. Şehir sakinleri hava spikerlerinin marifetiyle, pamuklara sarılıp sarmalanacakları günleri bekledi, bekledi... Ne var ki tüller çekildi, pamuklarsa şehrin bu yamacına değmedi. Kalakaldık buzzzz gibi kupkuru bir soğukla baş başa. Titreye titreye kendimize dönebilir miyiz acaba sonunda?

 Onu bilmem ama en bi kalınından, en bi yünlüsünden kıyafetlerden başkasına dönmüyor yüzümüz artık. Bugün kendime yün bir fanila da aldım ki tam oldu. Üşümemek için daha ne yapabilirim ki? Babam bu cümleyi okusa kesin "pekmez iç, pekmez iç"lere başlardı. Yıllardır bıkmadı usanmadı bu nasihatten. Ben de yıllardır içmeme konusundaki inadımdan vazgeçmedim. İnat değil aslında, içim kaldırmıyor. Zorlasam içerim ama hiç zorlayasım yok. En iyisi ben biraz daha bir şeyler giyeyim üstüme. Ben üst üste giyinip durdukça, soğuğun bana bakıp şu fotoğraftaki canavarcık gibi pis pis sırıttığını hayal ediyorum. Aşırı üşümek halüsinasyonlara da mı sebep oluyor acaba?


4 Ocak 2013 Cuma

Masum blogum benim


Hep blog sahibi olmanın çok vakit aldığını, internet başında geçirdiği zamanda aslında bir sürü işini halledebileceğini, Deniz'e, evine, kendine bol bol zaman ayırabileceğini düşünerek vicdan azabı çeken ben, artık gerçeği biliyor. Dört günlük internetsiz hayatımda her şey aynı tas aynı hamam olunca anladım ki suçlu kesinlikle bu blog değilmiş.  Sadece ve sadece, genlerime işlemiş aylaklık ve miskinlik virüsüymüş. 


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails