31 Aralık 2013 Salı

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl bizlere sizlere herkese kutlu olsun


Bizden herkese mutlu yıllaaaar...
Bir de öpücükler :)

26 Aralık 2013 Perşembe

Çözüm beklemek boş, çözmesi gerekenler kördüğüm olmuşsa


"Gazetelerde şöyle bir haber gördüm: 'Urfa'da berdel verilen Şahe Fidan kocasıyla kavga edip, daha fazla dayanamayarak sığındığı baba evinden gönderilince, bir buçuk yaşındaki bebeğini sırtına bağlayıp, evin banyosunda kendini astı.' Şahe'nin yakınları, 'Bizde evlenen kadının koca evinden ancak cesedi çıkar,' demişler. Dedikleri gibi de olmuş.

Şahe kızım, başka bir yol bulamadın mı kendine? Ah, benim bahtsız kızım, bebeğini sırtına bağlarsan o da seninle gelir mi sandın? Sana ipin ucundan başka çare bırakmayan ülkemde hala neler gündemde bir bilsen. Bir buçuk yaşındaki kara gözlü oğlun, seni çıktığın yolculukta yalnız bıraktı. Artık onu hırsızların ve üç kağıtçıların saygı gördüğü, soytarıların alkışlandığı, işbirlikçi ve onursuzların baş tacı edildiği bir ülke bekliyor"


                                                                      Ercan Kesal
                                                                       Peri Gazozu
                                                            s.90-91

Peri Gazozu'nu yakında yazacağım, şimdilik bu harika kitaptan birkaç satır.


23 Aralık 2013 Pazartesi

Son kitaplar bunlar!


Günü gününe yazacağım dedim, yine olmadı. Üçte yakalayabildim çok şükür. Öncekine göre büyük başarı ama, di mi? Kitapları anlatmaya geçmeden bir girizgah lütfen:

Garip huylarım vardır benim, özellikle de kitaplarla ilgili. Misal, kitap satın almayı çok severim. Tarif edilmez bir haz verir bana. Onları seve, okşaya kitaplığıma dizmek, gelip gidip seyretmek, seyrettikçe keyf olmak hobilerim arasındadır. Eskiden asla kimseden kitap alıp okumazdım, teyzem hariç. Onunla çocukluğumdan beri süregelen bir kitap dostluğumuz vardır çünkü. Yalnız zamanla, benim kitap okuma hızım ve kitap fiyatları eş olarak yukarılara doğru tırmanınca, mecburiyetten, kütüphanelerdeki, arkadaşlardaki kitaplar bana göz kırpmaya başladı. Yalnız çok pisimdir, başkalarından kitap aldığım halde, kendi kitaplarımı başkalarına vermeyi hiç sevmem. Hepsi gözümün önünde durmalı onların benim. Yine de birkaç kişiye vermek durumunda kalıyorum tabii. Başta teyzeme. Anneme, kardeşime falan. Yine aile içinde kalıyor yani, aman dışarıya gitmesin.

Aslında diyeceğim bu değildi. Silesim de gelmedi yazdıklarımı. Yeniden başlayayım en iyisi:

Garip huylarım vardır benim, özellikle de kitaplarla ilgili. Misal, kitap satın almayı çok severim. Ama öyle her kitap benim kitaplığıma girme şerefine nail olamaz. Özenle seçer, alırım onları. Üzerinde "bestseller" yazan bir kitabı daha satın almamışımdır herhalde. Aşırı popüler kitapların yüzüne bile bakmam. Sadece piyasa kitabı yayınlayan meşhur yayınevleri var mesela, onların hiçbir kitabını almam. Öyle de prensipliyimdir. Yalnız, satın almıyor olmam, onları okumuyorum anlamına gelmiyor tabii. Çünkü bendeki garip huylardan biri de, okuma alanıma girmiş olan bir kitabı illaki ve muhakkak okumam gerekiyormuş gibi hissetmem. Birisi bana, "istersen oku" diye bir kitap uzattığında ona asla hayır diyemiyorum. Kitapların mıknatıs gücü falan var gibi geliyor bana. 

Neyse, bu kadar lafı anlatmamın sebebi bahsedeceğim üç kitaptan ikisinin tamamen bu şekilde tarafımdan okunmuş olduğunu vurgulamak içindi. Önce o ikisi, sonrasında da kendi kitabım:

Gelin Koleksiyoncusu - Ted Dekker - 5 üzerinden 3

Bir seri katil kitabı. Ajanımız bu seri katili yakalamak için, bir şizofrenden yardım alır ki seri katilimizin kendisi de zaten bir şizofrendir. Kitapta cinayetler kadar akıl hastalıkları da anlatılıyor. Hatta ilk 100 sayfa, sürekli psikiyatrik terimlerle karşılaştığınızdan, kitaba biraz geç adapte olabilirsiniz. Kitap çok mu güzel? Hayır. Çok mu kötü? Hayır. O yüzden de notu 3 ya :)

Benim Ebedi Aşkım - Marsha Canham - 5 üzerinden 3

Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere romantik hanımlara yazılmış bir kitap bence kendisi. Kahraman şövalyeler, muhteşem güzellikteki bir prenses falan filan. Hiiiç tarzım değil. Niye 3 verdin o halde derseniz, su gibi okunup gitsin diyenlerin seveceği bir kitap olduğu için cevabını veririm. 
Yazara not: Sevgili Marsha, hadi yine iyisin, ben öyle kolay kolay not vermem, pek bonkör ve düşünceli bir günüme denk geldin :)

Dolambaç - Gerbrand Bakker - 5 üzerinden 3

Evinden, eşinden, eski yaşamından kaçan bir kadın ve onu arayan bir koca. Kısa cümleler, yalın bir dil. Çok şey vaadeden bir arka kapak yazısı. Bu arka kapak yazısından mütevellit büyük beklenti içine girmiş okur. Ve hayal kırıklığı. Bu arka kapakları kim yazıyorsa kitabı da o yazmalı bence. Müthiş satar.

20 Aralık 2013 Cuma

Ayakkabı


Acayip bir ayakkabı düşkünlüğü var bu çocukta. Başka bir şey değil illa ayakkabı. Çeşit çeşit, renk renk ayakkabısı var, yine de her çarşıya çıktığımızda gözü ayakkabılara kayıyor. Yeni bir ayakkabı alındığında sevinçten ne yapacağını şaşırıyor. Bir beni öpüyor bir babasını, teşekkür için. Kız çocuğu olsa anlayacağım, genlerindendir diyeceğim. İlginç bir çocuk vesselâm.

19 Aralık 2013 Perşembe

Pinterest zararlısı


Pinterest'e bakıyor musunuz? Büyük ihtimalle bakıyorsunuzdur. Peki sizin de baktıkça ağlayasınız geliyor mu? Benim çok fena geliyor.Dünyada ne güzellikler yaratmış Rabbim diye düşünüp ağlayasım geliyor, millet ne kadar güzel şeyler üretebiliyor diye şaşırıp kalıp o güzellikler karşısında ağlayasım geliyor, kaç yaşına geldim, ben niye bu kadar basit ama bu kadar güzel şeyler yapmayı akıl edemedim diye ağlayasım geliyor, geliyor da geliyor yani... :)

16 Aralık 2013 Pazartesi

Kuşa çevrilmiş kitap postu


Fotoğrafta bir tane kitap olduğuna bakmayın. Aylardır el atmadığım ve geçen her ayda el atmaya daha çok korktuğum bir kitap postu bu. Uzun, upuzun bir liste. Ki bu liste sadece hatırlayabildiklerim. Arada kaynayıp gidenler de var muhakkak. Uzunluğundan mütevellit yazar fotoğrafsız, az yorumlu bir post olacak. Ama not vereceğim tabii yine. Sadece kendim için, not düşmek adına bir yazı aslında bu. 

5 üzerinden 5 alanlar (En bi sevdiklerim):

Tamirci - Bernard Malamud 
Kitap Hırsızı - Markus Zusak
Sherlock Holmes Kızıl Dosya - Sir Arthur Conan Doyle
Sherlock Holmes Dörtlerin İmzası - Sir Arthur Conan Doyle

5 üzerinden 4 alanlar (Hiç fena değiller):

Katilin Şeyi - Algan Sezgintüredi
Son Ada - Zülfü Livaneli
Yaban - Yakup Kadri 
Kiralık Konak - Yakup Kadri 
Havuz Başı - Sait Faik
Mahalle Kahvesi - Sait Faik
Yaz Yalanları - Bernhard Schlink

5 üzerinden 3 alanlar (Eh, okunur):

Sis ve Gece - Ahmet Ümit
Ve Dağlar Yankılandı - Khaled Hosseini
İntihar Dükkanı - Jean Teule
Hiç Kimse Sıradan Değildir - Markus Zusak
Boleyn Kızı - Philippa Gregory
Gazoz Ağacı - Sabahattin Kudret Aksal

5 üzerinden 2 alanlar (Yani, ne diyeyim ki):

Mrs. Dalloway - Virginia Woolf
Kamelyalı Kadın - Alexandre Dumas
Ateşten Gömlek - Halide Edip
Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald
Veronika Ölmek İstiyor - Paulo Coelho
9. Hariciye Koğuşu - Peyami Safa
Kraliçenin Soytarısı - Philippa Gregory



5 üzerinden 0 alanlar (Dünyada kalan son kitap olsan okunmazsın be güzelim):

Grinin Elli Tonu - E L James


Bundan sonra tek tek yazacağım okuduğum kitapları, böyle tadı yok.








15 Aralık 2013 Pazar

Sadece bir cümle


Hafta boyu, sabah gün doğmadan çalan saatle kalkarken  "Bir hafta sonu gelsin, öğlene kadar uyuyacağım" diyen kişinin hafta sonu gelince, her gün uyandığı saatten taş çatlasın on dakika sonra uyanıverip bir daha ne kadar zorlasa da uyuyamaması karşısında gülsem mi ağlasam mı kararsızlığı içinde kalması nasıldır bilir misin? 

13 Aralık 2013 Cuma

En tatlı uyku partneri


Bebiiiiiş, seni öyle çok seviyorum ki!

Eskiden ne çok severdin bizim yatakta yatmayı. Her gece bir ısrar, bir kıyamet. Uzun zamandır unutmuştun. Bir iki gündür yine aklına düştü. Dün uyumadan önce şansını yokladın bir kaç kez. Prensipli bir anneyim ya, hayır dedim, kendi yatağında yatacaksın. Diretmedin, yattın yatağına uyudun. Ben de yattım yatağıma ama uyuyamadım. Pişman oldum sana hayır dediğime. Bir iki yıl sonra bir daha hiç talep etmeyeceğin bir şeye şimdi ne kadar pervasızca hayır demiştim. Tamam desem prensip falan kalmayacaktı ortada ve eminim bir kere tamam deyince, sen her gün aynı isteği yinelemeye başlayacaktın. Ama aynı zamanda, tamam desem, ne kadar eğlenecektik orda uyuyuncaya kadar, gözlerin nasıl ışıl ışıl olacaktı. Yok uyuyamıyordum, şimdi belki senin istediğinden çok ben istemeye başlamıştım birlikte uyumayı. Baban da zaten daha oturuyordu. Aldım kucağıma getirdim seni yanıma. Farketmedin bile. Bir sürü öptüm öptüm, kokladım, sarıldım sana, öyle uyumuşum. Çok güzel bir geceydi. Sabah uyanınca şaşırdın, ben niye burdayım diye sordun. Anlattım ben de. Mutlu oldun. Sarıldık, öpüştük, koklaştık bir sürü. Bizim havamız iyiydi de, olan babana oldu o gece. Uyumaya geldiğinde bakmış yeri dolu, seni kaldırmaya kıyamamış. Senin yatağına yatmış, olmamış, gitmiş kanepeye yatmış, uyuyamamış. Garibim, sabaha kadar, yatak kanepe arası dolanıp durmuş ortalıkta anlayacağın :)



Fotoğraf çekilirken kendine kulak yapma çalışmaları...
Görüldüğü üzere ilk denemeler başarısız.





11 Aralık 2013 Çarşamba

Eksik kalan yazı, sonu gelmeyen sözler...

Geçen yazdığım yazıda eksik kalan bir şeyler oldu, her istediğime sahibim, her şeyim var çok şükür derken yarım kaldı sanki. Tamamlamasam o yazıyı olmayacak gibi. Yanlış yazdım ben, her istediğime sahip değilim ve esasında çok da şikayetçiyim. Bana verilen nimetlerden değil ama. Kendimden. Yıllardır, çok uzun yıllardır hep isterim, hep kararlar alırım daha farklı bir insan olmak için. Daha çok şükreden, daha çok ibadet eden, O'nu daha çok anan, daha çok seven, tüm yaşamını, yaşamının her anını O'nun isteğine göre sürdüren biri olmak için kararlar alır, sözler verir, tövbeler ederim. Hiç bir zaman da tutamam sözlerimi. Dünyanın telaşları, güzellikleri, çekiciliği hep ağır basar, hep unutturur bana o tövbelerimi. İşte çok bizarım kendimden bu konuda. Artık kararlar almaya, sözler vermeye kendimden bile utanır oldum. Benim derdim kendimle, kızgınlığım kendime. Bu kadar kendime özel, kendime itiraf etmeye bile utandığım duygularımı buraya yazarken, aslında hissettiklerimin çok azını anlatabiliyorum, farkındayım. Ama diyorum ya, bunları yazmasam, önceki yazı, hayatımın sadece bir yanını kapsıyor olarak kalacaktı.

Sana el açıp yalvarmaya yüzüm kalmasa da Rabbim, Senden en büyük dileğim Sen'in rızandır. Sen'in rızana layık olacak bir kul eyle beni. Nefsimin, şeytanın oyuncağı olmaktan kurtar, doğru yola çevir kalbimi. Yalvarırım.

Konudan bağımsız olarak, dualarımız kabul oldu, dün gece yılın ilk karını gördük. Her insan, bilhassa çocuklar kar yağmaya başlayınca heyecanlanır, bu gayet olağandır. Ama Deniz'in heyecanı gerçekten bambaşkaydı dün gece. Gözlerindeki ışık, sesindeki neşe tarif edilemezdi... Çok şükür.

9 Aralık 2013 Pazartesi

Bu sezon neler moda?




Şu yazımda bahsettiğim, her sabah gardrop önü kıyafet seçme çilemi yaşarken hissettiklerimi, kadınların çoğu hayatının bir hatta birçok döneminde eminim hissetmiştir : 

GİYECEK HİÇ BİR ŞEYİM YOOOOK!!!

Bu çığlığın gerçek anlamı kesinlikle farklıdır ve şunlar olabilir:

1) Var, tabii ki yığınla kıyafetim var ama ben artık bunları giymek istemiyorum, yeni kıyafetler almak istiyorum.
2) Var, tabii ki yığınla kıyafetim var ama para harcamazsam rahat edemiyorum.
3) Var, tabii ki yığınla kıyafetim var ama ben bunları birbiriyle bir türlü kombinleyemiyorum. Çünkü ben berbat bir tüketiciyim. Hiç düşünmeden alıyorum, sonra da birbirine uyduramıyorum. 

Bu maddeler çoğaltılabilir elbet ama benim aklıma gelenler bunlar ve kendimi biliyorum, ben üçüncü gruptanım.

Sorunu tespit ettik madem bari çözüm yollarına bakalım. E, çözüm yolu ne? Tabii ki alışverişe çıkmak, her türlü kombine uydurulabilecek anahtar bir kaç parça almak. İyi de ne zamandır mağaza gezmiyorum ki ben, nerde ne var, bu sene ne moda hiç haberim yok. Olmaması da gayet doğal, çünkü sezonda alışveriş yapmam, mağaza bile dolaşmam ben, indirim dönemini beklerim. Dünyanın parasını verip aldığın bir kıyafetin bir kaç hafta sonra yarı fiyatına satıldığını görmek koymaz mı insana? Bana koyar. Ama bu gardrop önü kabuslarına merhem olacak bir kaç parça bir şeyler almam da şart. Öyle rastgele gitsem dolaşsam şimdi, kesin bir şey bulamam. Zaten kararsız bir tipim. Saatler harcar, elim boş gelirim eve, kendimi tanıyorum. 

 O zaman ne yapmalı, diye düşünüp dururken aklıma geldi, bir moda dergisi alayım bari, bir fikir verir belki dedim. En son moda dergisini, zannederim 10 yıl önce falan almıştım. O zamandan beri sadece, kuaförde zaman geçirmek için elime alıp karıştırmışlığım olmuştur belki. O en son aldığımda da, kuafördeki hızlı hızlı göz atışlarımda da hep içim bayılmıştır. Bunca zırvalığı bir araya nasıl getirdiklerine şaşıp kalmışımdır. Lakın, ne yapacaksın, denize düşen yılana sarılır misali gittim aldım bir dergi, belki bunca yıldır bir şeye benzetebilmişlerdir diyerek.

Yok, benzetememişler. Yine aynı zırvalıklara devam. Mesela, bildiğin sıradan bir balıkçı yaka kazak, bilmem hangi tasarımcının imzasını taşıyor diye bir araba parasına satılıyor ve onlar hala bunu dergiye koyuyor. Kim alıyor o kazağı, kim? O kazağı alacak kadar parası olan kişi, senin kıytırıktan dergine bakıp karar vermiyordur herhalde. Gidiyordur o tasarımcının dünyanın bilmem hangi moda merkezindeki defilesine, alıyordur kazağını.

Yine acayip acayip makyajlı mankenler, günlük hayatta asla giymeyeceğin, giysen şehrin cümle insanlarının sana deli midir nedir diye bakacağı kıyafetler falan filan. Eskiden sadece kadınlara yaparlardı bu zulmü, yazık şimdi erkekleri de öyle hallere sokmuşlar ki, acıdım yeminle. Her şey aynı diyorum ya, inanın abartmıyorum, hala 10 yıl önceki gibi, küçük siyah elbise için Coco Chanel'e şükranlarını sunuyorlar yahu. Cümleyi değiştirin bari, yok, illa o ifade kullanılacak, "şükranlarını sunmak".

Neyse, bu kadar eleştiri yeter. Bir kıyak yapayım, öğrendiklerimi sizinle paylaşayım.
Bu sene neler moda? Aslında ben en sevdiğim üçünü, yukarda fotoğraflarıyla paylaştım. Rengarenk, küt görünümlü (moda dilindeki adlarını bilmiyorum ne yazık ki) kabanlar, pufuduk pufuduk kazaklar, kloş etekler. Madem kloş etek modaymış, bayılırım ben de zaten öyle hem uçuş uçuş hem hanım hanım kıyafetlere, gittim hemen terzime bir kloş etek diktirdim. Şimdi joker kıyafetim oldu, her şeye öyle güzel uyuyor ki. Bunların dışında kazayağı ve ekose modaymış bu sene. Bir tane kazayağı ceketim var, sanırım 5 yıllık falan, bir tane de ekose eteğim var, onu da ta evlenmeden önce diktirmiştim, bütçeyi zorlamadan uydum mu modaya iki parçayla daha, iyi bakalım. Boyfriend kıyafetleri hala modaymış. Ona da uyuyorum. Ama evde. Malum çok üşüdüğümden, Bülent'in kazakları kocaman kocaman, daha sıcak oluyor diye hep onun kazaklarını giyerek dolaşıyorum :) Eh bu kadar trendy olmak benim gibi adama yeter de artar bile.

Yalnız şunu söyleyeyim, ben en az bir on yıl daha moda dergisi falan almam. Bu kesin.

8 Aralık 2013 Pazar

Bi şey isteyebilir miyiiiim?


Bir istek istemek istiyorum.
 Madem bu kadar soğuk, bari artık kar yağsın!!!
Hem oğlum da çok istiyor.
Her günün klasik sorusu oldu artık: "Acaba bugün kar yağar mı anneee?"
Bu kadar üşümemize karşılık gözümüz şenlensin hiç değilse.
Gerçi oğlumun öyle üşüdüğü falan yok.
Bıraksan hala gece yarılarına kadar bahçede top koşturacak.
Ama ben her zamanki gibi çok üşüyorum
Yün atlet giyme zamanım geldi benim galiba.

Ek istek:
Bir de, lütfen kimse üstünde tepinip bozmasın o karı, şöyle doya doya seyredelim yahu!

6 Aralık 2013 Cuma

Gıdı


Okulda son derslerinde serbest bırakıyor öğretmenleri. İsteyen kitap okuyor, isteyen resim yapıyor. O yüzden bizimki ikide bir, bir son ders sürpriziyle çıkıp gelir eve. Kah babası için kah benim için ya bir şiir yazmıştır, ya bir resim yapmıştır. Okul dönüşü büyük heyecanlarla bakılır bu sürpriz kağıtlarına, ayy oyyy sesleri eşliğinde okunup buzdolabının üzerine magnetlerle tutturulur, buzdolabının üzerinde son kullanma tarihini dolduran kağıtlar, bir köşesine tarih atıldıktan sonra "mutlu anılar" dosyasındaki kendilerinden evvel hazırlanmış sürpriz kağıtlarıyla buluşur.

Okulda bizim için son yazdığı şiir en hoşuma gideniydi. Aslında şiir değil, şiiri koyduğu zarfın üzerine düştüğü not: 

"Gıdınızdan öptüm."


3 Aralık 2013 Salı

Yine şükür, yine şükür...


Bir kaç gece önce bir rüya gördüm. Manalı bir rüya gibi geldi. Hani insan hisseder ya. Hayırdır inşallah diyerek, yorumuna baktım. Büyük bir sıkıntıdan kurtulacağıma işaretmiş. Oh çok şükür dedim, sonra düşünmeye başladım, acaba hangi sıkıntımdan kurtulacağım diye. Nasıl sıkıntılarım vardı ki hayatımda? Bunun üzerine, Hayatımdaki Sıkıntılar isimli bir liste yapmaya başladım kafamda. Vardı tabii sıkıntılarım, çözmem gereken problemlerim ama listede ilk üçe "Ne olacak bu Galatasaray'ın hali?" girince anladım ki çok da ciddi bir derdim, tasam yok benim bu hayatta. Elhamdülillah. (Okuyanlar, burda lütfen siz de bir Maşallah deyin.)

Aynı şeyi daha önce de düşünmüştüm aslında. "Bir kadının doğum yaptığı esnada ettiği dua, Allah'ın izniyle muhakkak kabul olunurmuş." demişti bir arkadaşım zamanında. Hatta ben doğum yapacak bir yakınıma rica ettim, tam doğum sırasında ev alabilmem için dua etti, gündemimizde öyle bir konu yokken çok kısa zamanda ev aldık, diye anlatmıştı. Tam da o sıralar Esracan hamileydi ve normal doğum yapmayı planlıyordu. "Aman Esra, şimdiden rezervasyonumu yaptırayım, sakın doğururken bana dua etmeyi unutma." dedim Esra'ya. "Tabii ederim, ne için dua edeyim peki?" dedi. Bu kadar makbul bir dua anını eften püften bir şey için harcamak olmazdı, gerçekten önemli bir şey için dua istemeliydim. Düşündüm, ben en çok ne istiyorum diye, bulamadım. Ona, "Konuyu daha sonra söylerim, ama yerimi sakın başkasına verme." dedim. O akşam yine düşündüm, yine bulamadım. Özel bir şey istemiyordum ben. Çok şükür, istediğim her şeye sahiptim. (Sahip olduklarımın en güzeli de yukardaki arkadaş :) Tabii ki isteyebileceğim birçok şey vardı ama o kadar da önemli miydi onlar, olmasalar ne olurdu ki? Aklıma istenebilecek en güzel şey olarak huzur geliyordu. Ve huzur öyle sihirli bir kelimeydi ki içine zaten her şey giriyordu. Sağlık, mutluluk, her türlü iyilik, güzellik... Veya bunların hiç biri olmasa da, huzurlu olabilmek en güzel nimet değil miydi? Neyse çok da uzun süre düşünmeme gerek kalmadı, sağlık durumları sebebiyle Esra sezaryenle doğurdu, bizim dua işi de boşa çıktı.

Bu yazıyı yazarken kelimelere döktüğümden kat kat fazla şükürler ettim Rabbime. Ben hak etmeden, bunca güzellikleri bana sunduğu, beni hiç bir şeye muhtaç bırakmadığı için. Umarım her anıyla, her haliyle "şükreden"lerden olmayı da nasip eder.

Yalnız, bu arada, ciddi ciddi soruyorum: Ne olacak bu Galatasaray'ın hali? Aslında bu konuyu düşünmek, bu konu hakkında konuşmak cidden sinirimi bozuyor artık. Yazdıkça daha da sinirleneceğimi biliyorum, o yüzden içimden taşıp gelen bir sürü şeyi buraya yazmayacağım. Yalnız bir kaç kişiye bir çift sözüm var: 

Oyunculara diyorum ki "Öldünüz mü oğlum, bu nasıl bir ruhsuzluktur?"

Teknik direktöre diyorum ki "Go home Mancini!"

Ünal Aysal'a diyorum ki "Yönetim istifa, yönetim istifa, yönetim istifa..."




LinkWithin

Related Posts with Thumbnails