Bahar ne harika geçiyor değil mi?
Ilık, yumuşacık bir hava...
Çiçekler, çiçekler, çiçekler...
Bir de şu dört bir yana yağan yağmur buraya da uğrasa tam olacak.
Geçen hafta çılgın bir kelebek istilası altındaydı Maraş.
Her yerde sürüler halinde uçuşuyorlardı ama her yerde.
Bir hafta sürdü sürmedi bu kelebek gösterisi, çabuk çekildiler.
Bu hafta da tüm şehre parfüm sıkmayı misyon edinmiş gizli bir örgüt geldi yerleşti buralara, eminim.
Aman Allah'ım, nasıl kokuyor bütün şehir, nasıl kokuyor, anlatamam.
Akasya kokusu.
Geniz yakacak kadar yoğun bir akasya kokusu.
İşin garibi
yine ortada bir tane akasya göremiyorsunuz.
Kendi yok, kokusu var.
Ondan diyorum, gizli bir örgüt işi olabilir ancak bu.
İşte bu harika günlerde harika bir şey keşfettim ben.
Deniz'le başbaşa yürüyüş yapmak!
İlk kez yürüyüşe çıkmıyoruz tabii ama ilk kez başbaşa çıkıyoruz.
Daha önce hep yanımızda birileri olurdu, baba, anneanne...
Meğer oğlumla yalnız başımıza yürümek kadar zevkli bir şey yokmuş.
Çünkü başkalarıylayken hep onlarla sohbet ede ede yürüyorduk.
Deniz yetişkinler arasında bir çocuk olarak sohbette ikinci planda kalıyordu.
Ama sadece onunla olmak, sadece onu dinlemek o kadar güzel bir şeymiş ki.
Yol boyunca anlatıyor, anlatıyor, bir bilseniz neler neler anlatıyor.
Öyle komik, öyle şaşırtıcı, öyle zekice ki konuşmaları.
Kendi çocuğum diye söylemiyorum, inanmazsanız anneannesine sorabilirsiniz. (Bozacının şahidi şıracı gibi oldu ya, neyse :)
Dün, sürekli anlatıyordu yine. "Yola çıktığımızdan beri anlatıyorsun oğlum." dedim. "Birilerine bir şeyler anlatmayı çok seviyorum ben." dedi."Evde niye bu kadar anlatmıyorsun o zaman?" dedim. "Evde sen de ben de başka bir sürü şeyle uğraşıyoruz, anlatmaya fırsat olmuyor ki." dedi.
Bu yürüyüşleri bunun için çok sevdim işte,
o anlatmak için rahat rahat fırsat buluyor,
ben de tanımak, dinlemek, şaşırmak, hayran olmak için.