31 Ocak 2011 Pazartesi

Kara yolculuk


Kar bize gelmediğine göre biz kara gidelim bari dedik bugün ve koyulduk dağ yollarına.

Yolun ışıl ışıl güneşli olması aldatmasın,öyle bir rüzgar var ki kısaca biz ona fırtına diyebiliriz.Rakım yükseldikçe korku filmlerini aratmayacak bir uğultu arabanın içine kadar doldu.Nihayet kara ulaşıp pür heyecan arabadan indik.Ancak uzaktan kar gibi görünen beyaz nesnelerin aslında buz olduğunu farkettik.O rüzgarda mantıklı her insan bunu öngörebilir ama galiba biz ailecek geçici bir süre mantığı devre dışı bırakmışız anlaşılan.


Bu kadar heveslendik,bari çocuk şu beyaz nesneye bir dokunsun dedik.Tabii ben de illa anı ölümsüzleştirme derdindeyim.Ama ne mümkün,şu bir pozu çekerken rüzgar nerdeyse Deniz'i uçuruyordu.Hatta nefes almakta bile zorlanıyorduk diyeyim,gerisini anlayın.Koştur koştur geri arabaya binerken kendimi bir türlü içeri atıp kapıyı çekemedim.Bülent sol kolumdan asılıp var gücüyle beni çekti de canımı ve arabanın kapısını ancak kurtarabildik :)


Deniz'in kuzeni Toygun da yanımızdaydı.Kar maceramızı nihayetlendirip eve beraber döndük.Ve bütün öğleden sonra Bülent'le ikimiz bu adamların peşinden koşmaktan,arkalarını toplamaktan bitap düştük.Daha Toygun'u uğurlayıp kapıyı kapatır kapatmaz Deniz'in "Ben sıkıldım,oyuuun" diye mızırdanması da cabası.Tatil zamanı okuldan daha mı yorucu ne.Sahi  kaç gün kaldı tatilin bitmesine?

26 Ocak 2011 Çarşamba

Diğer yaptıklarını geç yazarlığına hayranım

" ...
- Senin sevgilin var mı Hüseyin?
Hüseyin kıpkırmızı kesiliyor.
- Yok...
- Sizin partide güzel kızlar yok mu,şöyle hoşuna giden bir kız...
Hüseyin sinirleniyor.
- Onlar bizim bacılarımızdır,onlara kötü gözle bakmayız.
Gülüyorum.
- Bir kadını sevmek niye ona kötü gözle bakmak olsun,bir kadını sevmek ona iyi gözle bakmaktır bence.Ancak bir kadını sevmemek ona kötü gözle bakmak olabilir."

                                     Ahmet Altan-Dört Mevsim Sonbahar-s.42

24 Ocak 2011 Pazartesi

TDK mısın be mübarek?


Dudağının kenarında çıkan miniminnacık yarayla uğraşmaması için,"Geçer anneciğim,merak etme,insan vücudu kendi kendini tamir edebilir,elleyip durmazsan birkaç gün sonra yok olur gider" sözüme verdiği cevap "Ona tamir denmez anne,tedavi denir,binalar tamir edilir"

Bu gidişle ilerde annen gibi kelimeleri doğru kullanmaya,imla kurallarına kafayı takık biri olacaksın sen de bebeğim.Haydi hayırlısı...




23 Ocak 2011 Pazar

Kavga seslerinin hissettirdikleri


Alt katımızda kavga gürültü eksik olmayan bir aile oturuyor.Adam kadına,kadın adama,ikisi birden çocuklara bağırır çağırır halde oluyorlar sık sık.Dayak da var anladığım kadarıyla.Anlamamam mümkün değil zaten,sesleri öyle bizim evin içinde ki.Şu anda da kavga sesleri,çığlıklar,ağlamalar geliyor.O kadar huzursuz oluyorum ki onların kavgasını dinlerken,duymamak için müzik açıyorum yüksek sesle ama nafile...Sanki kavga eden bizmişiz gibi içim kararıyor.Üzülüyorum.Evin içinde ne kadar mutsuz olduklarını,evin dışına ne kötü bir görüntü sergilediklerini düşündükçe onlar için çok üzülüyorum.Ve çok korkuyorum.Evimde,eşimle,çocuğumla huzurlu olmak her şeyden önemli bence.Ya o huzuru kaybedersem,ya böyle kavgalara tutuşursak biz de,ya Deniz böyle şeyler yaşarsa bir gün diye çok korkuyorum.Alt kattakiler de istemiyordur muhakkak bunları yaşamayı diyorum.Ya bir gün biz de...Ne yapmalı korkulandan emin olmak için?Çok şükretmeliyiz herhalde şu andaki huzurumuz için öncelikle ve dua etmeliyiz,hem de çok.Aklıma gelenler bunlar...

Yurttan sesler




Okulun pansiyonundayım bu gece.Uzun zamandır burdaki bilgisayardan bloggera giremiyordum.MEB efendinin sakıncalı bulduğu sitelerdendi çünkü.Nasıl olduysa bugün bütün yasaklar kalkmış.Fırsattan istifade,hazır uyku da tutmuyorken bu pansiyon hikayesini yazayım dedim.Geçen seneye kadar karmayken bu sene kız yurduna çevrildi burası.Böyle olunca da erkek öğretmenler nöbet tutamaz oldu.Yeterli sayıda dışardan gönüllü bayan öğretmen bulunamayınca da piyango(!) bizim okulun öğretmenlerine vurdu.Okuldaki isteyen istemeyen tüm bayan öğretmenler bu sene zorunlu olarak pansiyonda nöbet tutuyorlar.

Başta çok tartışmalar çıktı,aile düzenimiz bozuluyor,benim küçük çocuğum var,mecbur muyuz canım itirazları zamanla çaresiz boyun eğme halini aldı.Mecburmuşuz çünkü,yokmuş bir çaresi,yönetmelikler böyle emir buyuruyormuş.Ben de hala hiiiç istemesem de her haftasonunun bir gününü burda geçiriyorum.Ki ben yurtlardan hiç hoşlanmayan,sırf bu sebepten üniversitede dahi bir kez bile yurtta kalmayı aklından geçirmemiş biriydim.Şu yaştan sonra yurt nasıl bir şeymiş,onu da gördüm.Benden başka iki öğretmen daha oluyor.Bir gün akşam beşten ertesi gün beşe kadar.İlk gün yine şöyle böyle geçiyor.Ama ertesi gün bekle ki saat beş olsun.Yanındakilerle konuşacakların bitiyor,kendini berbat şekilde pis hissediyorsun,yapacak çok bir iş yok ama oturmaktan bitap düşüyorsun.Verdikleri ücretse çok komik.Zaten doğru düzgün bir ücret verseler dışardan gönüllü nöbet tutmak isteyen dünya kadar öğretmen bulunur.MEB efendinin işleri işte...

Ne kadar istemeye istemeye gelsem de buraya güzel yanları da yok değil aslında.Öğrencileri gerçekten tanımak için bulunmaz bir yer burası.Okuldaki kalabalıkta hiç farkına bile varmadığım öğrencilerle konuşuyorum burda.İçlerinde ne fırtınalar koptuğunu,o küçücük yaşlarında ne sıkıntılarla mücadele ettiklerini,onları sadece dersteki performanslarıyla değerlendirirken hayatlarının dersten önce gelen ne farklı yönlerinin olduğunu görüyorum.

Bizim okul bir düz lise.Yani pansiyonda kalan öğrenciler,bir fen lisesindeki gibi daha iyi eğitim alabilmek için değil,en iyi ihtimalle parasız yatılılık sınavını kazandıkları için veya daha kötüsü kimsesiz oldukları için burdalar.Hemen hepsinin maddi durumu çok kötü.Şu kış günlerinde bir çoğunun giyecek montu,hatta ne montu çorabı bile yok.Ceplerine harçlık olarak giren para en iyi ihtimalle ayda 20 tl.Sayısı bellisiz parçalanmış aile çocuğu var.Ve onların da hemen hepsinin üvey anneleri,babaları var.Öz anneleri babaları bu şehirde yaşadığı halde sırf üvey olanlar onları istemediği için yurtta kalmak zorunda kalıyorlar.Anne babası birlikte olduğu halde evden bir boğaz eksilsin diye yurda gönderilenlerin haliyse daha içler acısı.Bir çoğu 1. sınıftan beri yurtlarda kalıyor.Yaşları küçücük,biriktirdikleri acıları kat kat büyük.Bzim odada bir ilaç dolabı var,kızlar kullandıkları ilaçları oraya koyuyorlar.Dolaptaki ilaçların nerdeyse yarısı antidepresan.İlaçların bizde kalmasının sebebi intihar amaçlı kullanılmasını engellemek.Pek işe yaramıyor tabii bu yöntem.İntihar etmeye karar veren bir yolunu buluyor,ediyor.Her sene en az dört beş intihara teşebbüs vakası oluyor-muş.Allah'tan bugüne kadar hiç biri sonuca ulaşamamış.

Aslında o kadar çok şey var ki,hepsini yazacak olsam saatler sürer.

Hayatımda bir ilki de yaşattı pansiyon bana.Ambulansla hasta götürmek.300'e yakın kızdan hemen her gece muhakkak hastalananlar oluyor.Ara 112'yi,gelsin ambulans,gecenin üçünde düş yollara...Zor gelse de onların halini düşününce içim şefkatle doluyor.Hasta hallerinde kendilerini kaygı eden,başlarında uykusuz bekleyen bir anneden yoksun bu çocuklara ne yapsan o eksikliği hissettirmemeyi başarabilirsin ki?

Zor,sıkıntılı,sorumluluk isteyen bir iş burada nöbet tutmak.Hatta "mecbursun" dendiği için kendimi hapishaneye kapatılmış gibi hissediyorum ama buranın empati adına,yaşam deneyimi adına ve kendi halimize şükretmek adına bana çok şey kattığı kesin.

Burayı en çok Deniz seviyor.Anonslar için kullandığımız mikrofonu alıp tüm yurda şarkılar söylüyor.Kızlarla koşuyor,gülüyor,oynuyor.Kızlar da "öğretmenin çocuğu" diye herhalde,isteseler de istemeseler de ilgilenmek durumunda kalıyorlar.Belki de gerçekten seviyorlar,orasını bilmiyorum.Bildiğim bir şey var,Deniz'i buradan sürükleye sürükleye çıkarabiliyorum.Zaten bu iş gelecek yıllarda da devam ederse,Deniz de okumayı yazmayı öğrenmiş olur,kendi yerime onu bırakır çıkarım ben.Madem bu kadar bayılıyor,tutsun doya doya nöbet.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Merhaba !


Geçerken bir uğrayıp merhaba diyeyim dedim.Çok fazla bir şey yazmayacağım.Aslında kafamın içi dopdolu ama sürekli erteliyorum uzun uzun zamanım olduğunda yazarım diye.İşte böyle...Başka ne mi yapıyorum?Hala geçmeyen soğuk algınlığından dolayı genelde ilk bulduğum fırsatta kıvrılıp yatıyorum.Bol bol kitap okuyorum.Deniz'le gazeteden şapka,makarna boyama filan yapıyorum.Bir de uzun zamandır ihmal ettiğim yemek bloglarını eşeleyip eşeleyip yeni tarifler deniyorum.Bu günlerde fena sardım yemek işine.Gece uyurken bile tarif düşünüyorum.Vaktim olsa her gün on çeşit döktürürüm,öyle bir hevesliyim.Paniğe lüzum yok,geçer yakında :)

Haşiye: Siz de benim gibi dokuzuncu bulut'ta geçirirseniz boş vakitlerinizi bu yemek aşkının sebebini anlayabilirsiniz :)

14 Ocak 2011 Cuma

Geceden beri

Dün akşam boğazıma koca bir yumru geldi,oturdu.Yutkunmak,yemek yemek ne mümkün.Sesim bile doğru düzgün çıkmıyor.Her yanım sızım sızım sızlıyor.Gece 1'de baktım bir türlü rahat uyuyamıyorum,bir o yana bir bu yana dönüp duruyorum,yüklendim battaniyeyi,ısıttım dolaptaki tarhana çorbasını da boğazımı yumuşatsın hesabına,geçtim televizyonun karşısına.Çorba iyi geldi ama uyku da bilinmeyen uzaklara doğru yelken açtı gitti.Kanal dolaşırken Yemekteyiz'e denk geldim.Ünlü şefler yarışıyormuş.Bir yılı geçti belki bu programı izlemeyeli.Zaten 1,5-2 yıldır hiç televizyon izlemiyorum ki.Neyse koskoca şef yemek yapacakmış diye izlemeye koyuldum.Saat üçe doğru program bittiğinde gürültü çıkarmaktan çekinmesem mutfağa dalıp bir ziyafet sofrası kuracaktım.O kadar şevklendim.

Bu şevkin sönmemesi dileğiyle kendimi zorlaya zorlaya yatağa gittim.Rahat olmasa da uyumuşum.Gece Bülent arada eliyle ateşimi yokluyordu,çok mutlu oldum.Sabah giderken de bugün hiç bir şeyle uğraşma,yemeği de annemlere uğrar yerim dedi.Bu söz üzerine gevşek gevşek dolanıyorum şimdi evde.Hasta olmak fena değilmiş.Yalnız birazdan okula gidince bu sesle halim nice olur,onu bilmiyorum.

Haşiye: Kardeşim Konya Dahiliye'yi kazanmış,mutluyuz :)

13 Ocak 2011 Perşembe

11'e bölünmüş hayat

En son nerde kalmıştık?Hmm,blogla daha çok ilgileneceğim demiştim değil mi?Tutamadım ama sözümü.Gelip şu bilgisayarın başına oturmak günlük yapılacaklar listemde en sona kalıyor çünkü ve ben genellikle ilk maddelerin peşinde koşturmaktan sonda kalanlara hiç fırsat bulamadan gün bitiveriyor.Şöyle bir düşünüyorum da ne çok şey yapmam lazım.Bin parçaya bölünmüş gibi hissediyorum bazen kendimi.Tamam bin gerçek sayı değil,abarttım.Ama dur bakalım,madde madde yazayım da gerçek sayı kaçmış bulayım.

1) Öncelikle iyi bir kul olmam gerek Allah'a.Sadece "temiz kalpli" olmakla yetinmeyip namazları kılmak,Kur'an okumak,her gün olmasa da en azından Cuma geceleri Yasin gibi bir kaç sure okumak...

2) Annelik var sırada.Deniz'in yemeği,temizliği gibi temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra bir de onunla kaliteli zaman geçirmem,hiç bitmeyen oyun oynama isteğine karşılık vermem,değişik aktivitelerle ufkunu açmam,gece ellibin kez kalkıp üstünü açtı mı diye bakmam gerek.7 gün 24 saat kesintisiz göreve hazır ve nazır olmam gerek.

3) Eş rolünü unutmamak lazım.Mühim çünkü.Aradaki ilişkiyi canlı tutmak için neşeli,ilgili,sevgi dolu,sabırlı olmalıyım.Orda burda beni sıkan,yoran şeyleri eşime yansıtıp gereksiz yere huzur bozmamalıyım.Huzur,evdeki huzur,hiç bir şeyle değişilmeyecek kadar kıymetli.

4) İş hayatı var bir de.Çalışmalıyım,para kazanmalıyım ki kendi ayaklarım üzerinde durabileyim.Önemli bir konu bence.Ama çalışırken can sıkan şeyler yok değil.Mesleğim öğretmenlik ama yapmam gereken iş sadece öğrencilerime matematik öğretmek değil ne yazık ki.Okulda sayısız evrağı doldurmak,öğrencilere doldurtmak,onu şu tarihte,bunu bu tarihte teslim etmek,anlamsız bir sürü toplantılara katılmak,saatlerini boş yere harcamak da yapılacak işler arasında.Burdan Milli Eğitim'e sesleniyorum.(Kesin beni takip ediyorlardır :p) Lütfen rehberlik çalışmaları için rehberlik öğretmenlerini kullanın.Onlara bilgisayarlı,öğrencilerden tecrit edilmiş bir oda ve tam ücret verip onların uzmanlık alanına giren tüm işleri de sınıf rehber öğretmeni adı altında bize yaptırmayın.Bırakın matematik anlatayım ben yahu.Ne anlarım özgüvenin,sorumluğun,bilmemneyin nasıl aşılanacağından.

5) Evlatlık hali var bir de tabii.Annen,kayınvaliden ne kadar halini anlasalar da yine de arada senden ilgi beklerler.Haksız da değiller.Düşünüyorum da Deniz büyüdüğünde benle aynı şehirde yaşadığı halde haftalarca yanıma uğramasa ne kadar kırılırım.Daha şimdiden kırıldım bile bak :)

6) Bu kadar şeyin yanında koskoca bir ev var beni bekleyen.Nerde okumuştum hatırlamıyorum,ev canlı bir organizma,diye.Ne kadar doğru bir cümle.Sen daha bulaşıkları toplarken çamaşırlar dağ gibi yığılıyor.Çamaşırları hallettim derken koskoca bir ütülenecekler yığını çıkıyor karşına.Ütüden elini çekerken bakıyorsun mutfak yine bulaşıkla dolmuş.Lavaboları temizledim,her gün nasıl oluyorsa bir çığ gibi çoğalan tozları aldım,ev ahalisinin dağıttıklarını topladım derken,Allah'ım bu çekmecenin içini kim bu hale getirdi feryatlarıyla çıldırma noktasına gelebilirsin.

7) Yeme içmeyi ayrı bir bölüm olarak inceliyoruz.Allah'tan her öğün benden yemek bekleyen bir kocam ve oğlum yok.Günde bir kez yemek pişiriyorum.Haftanın bir-iki günü de buzdolabı boşaltma operasyonu düzenlediğimizden haftada beş kez yemek yapıyorum diyebilirim.Ama o beşi de çeşit çeşit yapıyorum canım.Beş meş,yapmak benim sorumluluğumda mı değil mi?Önemli olan o.Bir de kek kokusu,kurabiye kokusu olmadan ev eksik oluyor düşüncesiyle haftada bir kaç kez de pasta börek işine giriyorum.Etti mi bir haftada saatler süren mutfak mesaisi.

8) En önemli kısmı unutuyordum.Bakımlı olmak!Çalışan bir kadın olarak,kocasına cadı gibi görünmek istemeyen bir kadın olarak her daim bakımlı olmak şart.Bu da ev işleri gibi bir kısır döngü değil mi Allah aşkına.Epilasyonu yaparsın,kaşlar çıkar,kaşları bitirirsin,manikür zamanı gelir,manikürü yaptırdım artık bakımlıyım dediğin an ayaklarının bir felakete dönüştüğünü fark edersin.Tabii bu arada tekrar epilasyon zamanı gelmiştir bile.Her gün saçını başını şekle sokma,hoş bir makyaj yapma,geri o makyajı temizleme,şık şık giyinip kuşanma ve bunlara harcadığın zaman,para,kafa kısmını saymıyorum bile.

9) Sosyal hayat da ilgi bekler.Aramaya fırsat bulamadığın arkadaşların sitem eder.Hatta bir süre sonra umudu kesip sitemden bile vazgeçerler.Sosyal bir varlık olduğuna göre zaten sen de ihtiyaç duyarsın birileriyle görüşmeye,gitmeye gelmeye.Ne kadar en kafanın aldığı insanlarla sınırlasan da bu paylaşımları yine de epeyce bir zaman ve enerji gerktirdiği muhakkak.

10) Kişisel zevkler var bir de.Yapmayınca eksik hissedilen.En basitinden kitap okumak istersin.Rahat rahat ama.Sınırlı üç beş dakikada okuduğun bölük pörçük bir kaç paragraf tatmin etmez.Şöyle tadına vara vara okumak istersin.Güzel filmler izlemek istersin.Belki yeni hobiler vardır uğraşmak istediğin.Bir gün bir boş zamanım olursa diye hep ertelersin.En olmazsa olmaz kısım burasıdır belki de.Kendi ruhunu tatmin etmeli,kendini mutlu hissetmelisin ki etrafına mutluluk verebilesin.

11) Ah işte bir de blog var.Kaldı mı garibim en son sırada.Gel önceki 10 maddeyi bitir de üstüne bir de yaz,oku,yorum bırak,keşfet.Nerdeee...

Yazmaya başlarken önce ben diliyle başlayıp sonra genellemişim baktım da.Herkes aşağı yukarı aynı hallerdedir diye belki...Bu kadar şeyin altından kalkmak her babayiğidin harcı değil.Ben de kalkamıyorum zaten.Hepsinin bir tarafı eksik,bir tarafı gedik.Dışardan bakıldığında çok sakin görünürüm ben.Süpersonik kadın olamam ya derim."Adım Hıdır,elimden gelen budur" tavrım vardır.Bakmayın o halime benim,aslında mükemmeliyetçiyimdir.O eksikler,gedikler var ya,hepsi ızdıraptır benim için.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Rüzgar gibi geçti


Hızlı,hıphızlıydı geçtiğimiz hafta.Nasıl geçtiğini anlamadan bitmiş bile.Her gün ayrı bir telaş ayrı bir koşturma."Yazılı yap,yazılı oku,notları e-okula gir" üçlüsü vakit doldurmak için birebir.Bunların dışında ekstra işler,planlar,bir de yemekli misafirler olunca günler benim için sabah uyanmayla akşam nihayet yatağı bulma arası hızlı çekimde geçti.Buralardan da uzak kaldım.Bilgisayar başına oturup ne yeni yazı yazacak,ne de yazanları okuyacak fırsatı bulabildim.Bu hafta açığı kapatma niyetindeyim ama :)

Geçenlerde televizyonda "burççu" bir kadın "Yengeç'ler 2010'da çok cefa çektiler,2011'de sefasını sürecekler" demişti.İnanmam,inanmam ama yeni yılın ilk ayının 10. gününde "atarken tutturdu mu bu kadın yoksa" gibi düşünceler içinde olduğumu söylemeden geçemeyeceğim.Ne kadar güzel geçti bu 10 gün,çok şükür.Yorucuydu,telaşlıydı ama keyifli anları da çoktu,kalbim huzurluydu.Binlerce kez şükür.

Yoğun haftanın finalinde,dün gece,Eyvah Eyvah 2'yi izlemeye gittik.Çok güldük,çok sevdik...



Timsah.com
İzleyin:

2 Ocak 2011 Pazar

Dost

Bir dost istiyorum.Öyle bir dost ki,rahat olayım her daim yanında,rahatlayayım.En gizli hallerimi,üzüntülerimi,günahlarımı anlatabileyim çekinmeden.Yargılamadan,suçlamadan dinlesin beni .Endişelenmeyeyim bunu anlattığımda gözündeki imajım ne hale gelir diye.Onun tarafından sevildiğimden,onun için her halükarda değerli olduğumdan emin olayım.Sadece dinlemekle kalmasın,çözüversin kalbimdeki düğümü,her yeri sis duman içinde zannederken ben,açık yollar gösterebilsin bana,huzurlu diyarlara götüren.Farklı açılardan bakmayı bilsin meselelere,gözümdeki at gözlüklerini çıkarsın mahir parmaklarıyla.Hakkı söylesin,hayırlı olanı işaret etsin,O'nun tarafından çok sevildiğimi,yaptığım her yanlışa karşılık O'nun merhametinin sonsuz kere daha büyük olduğunu hatırlatsın bana.Alıştığım,bildiğim cümlelerle değil ama.Şaşırtarak,ya evet ben bunu nasıl unuttum cümleleri kurdurarak bana,yapsın bu işi.Aydınlatsın,huzur versin ta kalbimin derinliklerine.Huzur aksın kelimelerinden,huzur yayılsın bulunduğu ortama.Kötülüklerden sakındırsın beni.Sözleriyle değil halleriyle.Zorlamadan,ezmeden,akıl vermeden,büyüklenmeden.Her ihtiyaç duyduğumda çekinmeden arayabileyim,yanına gidebileyim,rahatsız eder miyim,bu da sıktı artık der mi diye korkmadan.Sıkabilirim çünkü bazen ben,kendimden bile sıkılıyorum zaman zaman.15 yıl önceki dertlerime,hedeflerime,falan bakıyorum.Pek farkı yok şimdikilerden.15 yıldır çözemiyorum kimi çelişkilerimi.15 yıl önce de kendimle ilgili aynı şikayetlerim vardı,15 yıl sonra da var.Ben kendime çok kızıyorum bu yüzden.Ama o kızmasın bana.Tutsun yavaşça elimden,yanında bir desteğin olsa çözerdin sen bunları desin,sonra da açsın-açalım düğümleri teker teker.Acımasın ama bana,hiç hoşlanmam acımayla bakan gözlerden.Normal görsün halimi,herkesin her işi çok mu yolunda zannediyorsun,onlar da senin gibi,sadece imtihan oldukları kulvarlar farklı desin.Desin ki ben de kendime acımayayım,kendimi suçlamayayım.
Ne deniyordu böyle insanlara,evet buldum,hayırhah.Hayra sevkeden.İstiyorum diye başladım ama yanlış oldu ihtiyacım var benim bir hayırhaha,gerçekten.Hayalini bile zor kuruyorum ama bunun,gerçekte olabilir mi acaba?

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails