30 Ekim 2010 Cumartesi

Deniz'in kitapları

Günlüğü yazamaya başlayalı nerdeyse bir yıl olmuş.İlk kez "mim"le müşerref oldum.Ne kadar asosyal bir "blog yazarı" olduğuma başka kanıt gerekir mi?Neyse,konumuz çocuk kitapları.Hilal benim de fikirlerimi merak etmiş.Konu kitap olunca yazmak zevkli.İşte başlıyor:

Boncuğunuza kitap seçerken en çok önem verdiğiniz kriterler neler?
  • Deniz'e aldığım sayısız kitaptaki deneyimlerimle artık bir çocuk kitabındaki en önemli unsurlardan birinin resimler olduğunu düşünüyorum.Resimler ne kadar kaliteli,esprili,profesyonelce çizilmişse o kitap o kadar "al beni" diyor Deniz'e de bana da.Hatta bazı kitaplarda sayfayı koparıp duvara tablo niyetine asasım geliyor.Örnek: Koyun Russell.


Bir de sonunda kötülerin acımasızca ve vahşice cezalandırıldığı kitaplardan hiiiç hoşlanmıyorum.Bkz. Hansel ve Gretel,Pamuk Prenses,Kırmızı Başlıklı Kız

Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?
  • Bir kitabın kapağına bakıp karar vermiyoruz genelde.Kitapçıda Deniz'le kendimize bir köşe bulup sayfalarını karıştıra inceleye seçiyoruz kitaplarını.

Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?
  • Çocuk kitaplarının çocuk eğitiminde yeri olduğu kabul ama sadece ders vermeye yönelik,dayanamayıp kıssadan hissesini de kendi çıkaran kitaplar itici geliyor.

Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı ilüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz veya tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?
  • İllüstrasyon bence masaldan bile önce geliyor.Çünkü çoğunlukla Deniz orada yazılı olan toplasan bir sayfaya sığacak hikayeyi aşıp kendi hikayesini oluşturuyor.Bunu da resimler tetikliyor.O yüzden resimler kötüyse genelde içerikle de ilgilenmeyip safdışı ediyorum o kitabı.Ama dikkatimi çeken resimlerin kaliteli olduğu bir kitabın muhakkak hikayesi de kaliteli oluyor.

Çocuğunuzun şu anda en çok sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?
  • Deniz'in yıllardan beri dinlemekten bıkmadığı  kitabı Tübitak Yayınları'ndan çıkan "Hastanede".Bu yayınevinin hemen hemen tüm kitapları var Deniz'de ve hepsi de çok güzel.Ama illa ki Deniz'in favorisi bu.


Bir diğer ortak sevdiğimiz "Uyuyamıyor musun Küçük Ayı?"O kadar güzel ki,şiir gibi bir dil.Sürekli tekrar eden bölümleri var,Deniz onları ezberledi,hatta üstüne espri bile üretiyor artık.





Son günlerin favorisi ise Tülin Kozikoğlu'nun yazdığı "Lili ve yedi çocuğu" serisi.Her bir kitapta toplam on cümle yok sanırım ama her cümleye yorum yapmaktan,çizimlerin iviğini diviğini incelemekten bizim birini okuyup bitirmemiz yarım saati buluyor.



Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öylesine bir masal mı uydururdunuz?
  • Ah,bak bunu hiç düşünmemiştim.Yazarlık konusunda zerre kadar iddiam da yok zaten.Ama hani filmlerde olur ya,anne kitabı okurken daha yarısında çocuk uyuyakalmıştır.Anne de büyük bir şefkatle çocuğun üzerini örter,alnına minicik bir öpücük kondurur,odadan süzülerek çıkar.Ben de bunu bir kez olsun yaşamak istiyorum.O annenin okuduğu kitap neyse,gerçek hayatta yok o,işte ben onu yazmak isterdim.

 Deli anne de arzu eder bu konuda görüşlerini yazarsa okumaktan zevk alırım :)

25 Ekim 2010 Pazartesi

İbadet çelişkilerim

İnsanın (ki o ben oluyorum) her gün,kah en tatlı uykusundan uyanıp,kah bin türlü telaşının arasında zaman ayırıp namaz kılması,O'nun için bunları yaptığı bir Allah olduğuna kesinlikle inandığı manasına gelmez mi?Varlığından emin olmasa bunca zahmete girer mi?
Peki madem öyle,bu insan,O'nun için her şeyi bırakıp geldiği o seccadenin başında neden O'nun karşısında olduğunu unutur da aklı fikri dünya işleriye dolu olur?O var biliyorsun,sen de tam O'nun huzurundasın.Görüyor,duyuyor,biliyor,adın gibi eminsin.Eh öyleyse yaptığının manası ne o zaman?

22 Ekim 2010 Cuma

Bir anneye verilebilecek en güzel hediye nedir?





Bir hamur oyunu.
200-300 parçalı bir lego.
Belki de bir puzzle.
Alsın önüne çocuk bunlardan birini.Saatlerce uğraşsın,oynasın.Anne de vicdan azabı duymadan kendi keyfine baksın.Var mı bir anneye bundan iyi hediye?Fotoğraftaki hamur oyununu ben aldım ama bundan sonra bana hediye getirmek isteyenlere örnek teşkil etmesi açısından gösteriyorum.Mesaj ulaşması gereken yerlere ulaşmıştır umarım.
Parmak boyası da sık sık önüne koymamak koşuluyla çok ilgi çekiyor ama gayet pasaklı bir oyun.O oyunun ardından annenin keyif saatleri temizlik saatleri olarak son buluyor genelde.
Alınmaması gerekenlere arabaları,topları,bakugan zımbırtısı gibi nesneleri örnek olarak verebiliriz.Bunlar çocuğun elinde geçirdiği bir kaç dakikadan sonra annenin ortalıktan her daim toplanması gereken dağınıklıklar listesine hızlı bir geçiş yapıyorlar.Hediye aldığımız kişiyi yormak istemeyiz değil mi?

21 Ekim 2010 Perşembe

Öksürüğe reçeteler


Lisedeyken bir müzik hocamız vardı.Erdinç Bey.İnce,uzun bir adam.Şimdiki okulumda da müzik öğretmeni ince,uzun.Bütün erkek müzik öğretmenlerinin tipleri öyle mi oluyor acaba?Neyse,konumuz bu değil,dağılmayalım.İşte bu Erdinç Bey bize kanon yaptırmaya çalışırdı.Ama nafile bir çaba.İlk grup müziğe düzgün girer,ikinci grup elinden gelen tüm çabayı gösterirdi ama sonunda nasıl olursa ortaya çıkan ses etraftaki kedileri bile kaçıracak kadar berbat olurdu.İşte ben yıllaaar sonra bu kanon işini başardım.Hem de geceden sabahlara kadar.Erdinç Bey'e müjdeler olsun.Emekleriniz boşa gitmedi sevgili hocam.

Bizim evde son bir haftadır yukardaki görüntü dekorun bir öğesi olarak yerini aldı.Şaşırmamak lazım ne de olsa okul başladı.Hatta Deniz bu sene bayağı dirayetli çıkıp ilk 3 hafta hasta olmamayı başardı.Ama tabii makus talih yine bizi buldu ve biz bir haftadır elimizde ilaç şişeleri,sümüklü mendiller dolaşıp duruyoruz ortalıkta.Doktor antibiyotiklik bir şey olmadığını,hafif bir soğuk algınlığı olduğunu söyledi.Doktordan geldikten iki gün sonraysa şiddetli bir öksürük eşlik etmeye başladı soğuk algınlığına.Bu arada ben de kaptım sanırım Deniz'den aynı hastalığı.Böylece bahsettiğim kanon hadisesine hızlı bir giriş yaptık.Karşılıklı odalarda sabahlara kadar öksürüp durduk.Hatta bazen abartıp düet yaptığımız bile oldu.

 İki günde bir doktor yolunu tutmak istemediğimden kendimiz çözelim istedim öksürük sorununu.Öksürük şuruplarının zararlı olduğunu,Avrupa'da kesinlikle kullanılmadığını,karaciğere bir sürü yük bindirdiğini bildiğimden o şıkkı eledim.Kaldık mı kocakarı ilaçlarına.Hiç de bilmiyordum hangi bitki ne işe yarar.O yüzden geçtim internetin başına,geniş çaplı(!) bir araştırmayla çocuklarda öksürüğe iyi gelen reçeteleri buldum.

  1. Buhar banyosu
  2. Limon ve bal katılmış ılık su
  3. En fazla iki tatlı kaşığı toz zencefil katılmış sıcak çikolata(Zencefilin tadı en az çikolatada rahatsız ediyormuş)
  4. Ihlamur,ebegümeci çayları
  5. Karabiber ekilmiş bir kaşık bal
Bunlar klasik öksürüklerde(Yani alerjik bir durum falan yoksa)  uygulanabilecek bulduğum en pratik yöntemler.Kendim sevmediğim şeye çocuğu nasıl zorlayayım ki düşüncesiyle ıhlamur,ebegümeci alternatiflerini çıkardım.O sırada evde sıcak çikolata yoktu,o yüzden üçüncü maddeyi de deneyemedim.Ama artık Deniz öksürmekten boğulacak raddelere gelmişti,o yüzden hemen bir kaşık karabiberli bal yedirdim.Ardından buhar banyosu yaptık.Oyun gibiydi hem de,çok eğlendik.Uyumadan önce de bir bardak limonlu,ballı su içirdim.Tadı kötü olur mu acaba diyordum ama Deniz sıcak limonata gibi bu diyerek bayıla bayıla içti.

Veee mucize gibi,Deniz o gece bir kez bile öksürmeden sabaha kadar uyudu.Bu kadar çabuk sonuç almamıza inanamadım.Teşekkürler kocakarılar:)

Bu arada benim öksürük hala devam.Hele her derste tebeşir tozuna boğulduktan sonra öksürmekten iflahım kesiliyor.Ne var ki Deniz'deki cesaret bende yok.Tadı şöyle güzel,böyle güzel diyorum o garip karışımları içmekten korkuyorum.Kendi kendine geçsin diye bekliyorum.


Haşiye: Şu şarkı dünden beri dilimde.Çok güzel değil mi ama?

20 Ekim 2010 Çarşamba

Samuel Johnson'la ruh ikizi miyim yoksa?

"Elli beş yıldır,yani nerdeyse kendimi bildim bileli kararlar alıyor,daha iyi bir yaşam için planlar yapıyorum.Ama hiç bir şey yapmadım.Dolayısıyla bir şeyler yapmak ihtiyacı iyice aciliyet kazandı,çünkü kalan zaman kısa.TANRIM,doğru kararlar almak ve bunları uygulamak için bana yardımcı ol!"

Baştaki elli beşi otuz üç yap,altına imzanı at.O kadar yani...

18 Ekim 2010 Pazartesi

2010 Yaz Hasılat Raporu

Bu yaz Deniz'e hangi ilkleri kattı,iyice unutmadan yazmalı:
  • Bu yaz ilk kez kendi başına bahçeye oynamaya indi.

  • İlk kez anneden babadan ayrı anneannede geceyi geçirdi.
  • İlk kez yalnız başına yandaki apartmanın altındaki bakkala gitti.Hatta eve ekmek bile aldı!

  • Müthiş bir tutkuyla,her ortamda,her şartta,her an resim yaptı.(Bu konuyu ayrıca yazacağım sonra)
  • Yeni dişleri çıkmaya başladı.
  • Süt dişinin biri sallanıyor.(Evet,bu yeni haber!)


  • Eskiden ağzına almadığı zeytini bu yaz elinden alamaz olduk.Fotoğraf Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nde.Oraya tadımlık konan zeytinlerin hepsini sildi süpürdü.Bize de etrafa "zeytini çok sever de" tarzında mahcup açıklamalar yapmak düştü.
  • Kur'an öğrenmeye başladı.Şu anda "cezm"deyiz.


  • Kitap okuma (dinleme diyelim) tutkusu hiç geçmedi.
  • Dans etmenin zevkini keşfetti.Hatta bir ara kapı gıcırtısına oynar kıvamdaydı.Tabii figürler nev-i şahsına münhasır.
  • Tuvaletini kendi başına yapmayı öğrendi.


  • Bir yaz boyu Ayvalık'a Aybalık demekten vazgeçmedi.


15 Ekim 2010 Cuma

Domestik olmaya çalışan bir yazı


Şimdi bahsedeceğim konunun daha iyi anlaşılması için bahiste geçen kişilere kod isimler vereceğim.Böyle yazınca amma ciddi oldu.Aslında gayet dedikoduvari bir konu.Neyse efendim,bu şahıslardan birisi Ayşe,diğeri Fatma olsun.Ayşe ve Fatma bizim okulda iki öğretmen.Ayşe'ye temizliğe gelen kadın bir süre sonra Ayşe'nin referansıyla Fatma'ya da gitmeye başlıyor.Zaman içerisinde de Ayşe'yi sallamaya,her aradığında gitmemek için bir bahane bulmaya başlıyor.Ayşe de Fatma'yı sıkıştırıyor,"sor bakalım niye bana gelmiyormuş" gibisinden.Bir gün Fatma dayanamıyor,"niye gitmiyorsun sen bu Ayşe'ye söyle bakiim" diyerek temizlikçi kadını zorluyor.Temizlikçi kadın "gitmem ben onun evine,öyle pis,öyle pasaklı ki arıtamıyorum bir türlü" şeklinde şaşırtıcı bir cevap veriyor.Bunu dinledikten sonra aklımda belirenler:
  1. Dedikodu ne can acıtıcı bir şey.Ayşe bu sözlerin okulda herkes tarafından duyulduğunu bilse nasıl üzülür.
  2. Temizliğe gelen kadının görevi nedir?İşe başlamadan kabul edilebilir pislik sınırları hakkında bir anlaşma mı imzalamak gerekir yoksa?
  3. Bu hikayeye göre kadın gelmeden önce ayıp olmasın diye evi baştan sona iyice bir temizlemeli midir?
  4. Benim hayat kurtarıcım olarak gördüğüm Leyla'm orda burda benim hakkımda böyle laflar ediyor mudur?
Ben bunları düşünedururken dün Leyla geldi,güzel bir sonbahar temizliği yaptı,kışlık halılarımı serdi.Benim adetimdir zaten,Leyla'nın gelmesine bir kaç gün kala temizlik namına hiç bir şeye dokunmam,nasıl olsa temizlenecek diye.Yine aynı şeyi yaptım.Leyla'nın yüzüne de dikkatle baktım ara ara,bir aşağılama,bir iğrenme hali var mı diye,göremedim.Hem iş yapıyor hem de tatlı tatlı gülüyordu.

Bir de ütü mevzuu var.Bizim evde herkes kendi ütüsünü yapar.İlk evlendiğimizde hepsini ben yapıyordum aslında.Deniz'in doğumuyla ütülenecekler evde birbiri ardına dikilen gökdelenler gibi yükselmeye başlayınca Bülent işe el attı ve en azından kendi ütü işini benim üzerimden aldı.Tabii şimdi Deniz büyüdü,istesem ütü yapacak vaktim var ama kurulmuş güzelim düzeni bozmaya ne gerek var değil mi?

Dün evde temizlik yapılırken ve ben de ortalıkta sürekli ama pek de işe yaramayan şekilde dolanırken birden aklıma geldi.Kocacığıma bir sürpriz yapayım dedim.Hemen aldım elime dört pantolon,dört gömlek,ütüleyiverdim.Eve gelip,dolabı açtığında gözlerinde belirecek ışıltıyı hayal ede ede bitirdim.Yalnız bitirme anları yaklaştıkça sık sık sürpriz yapmamaya kesin karar verdim.

Ne gevezeyim bugün.Bu arada şifayı da kapmışım zaten.Hastayken en çok annemi özlüyorum,olsa da yorganı sırtıma sıkı sıkı örtse keşke diye.Bir de babamı -yaparken o kadar söylendiğim halde- kendi hazırladığı  sıcacık,garip bitki çaylarını bana yine zorla içirmeye çalışsa diye.Ama nerdee...Bir de bu halde akşam yurda nöbete gideceğim.Zatürre olur dönerim herhalde.

Fotoğraf da alakasız gibi oldu ama değil.Kış kıyametken şimdi dışarısı nasıl olmak isterdim yine oralarda...

14 Ekim 2010 Perşembe

İyi fikir!

Mutluluk Projesi'ni Ağustos'ta Hilal'in blogunda görmüş,Hilal okuyorsa iyidir mutlaka diyerek almıştım.Okumak iki ay sonrasına kısmet oldu.Kitap,yazarın kendi hayatına uyguladığı bir yıllık bir mutluluk deneyini anlatıyor.Her ay hayatımızın bir yönüne eğilirsek,o yöndeki eksilerimizi azaltır,artılarımızı çoğaltır ve dolayısıyla bir yıl sonunda komple mutluluk hissimizi artırırız,tezini savunuyor.

Dün gece Nisan ayını bitirdim.Nisan'ın konusu ebeveynlik.Çocuklarımıza yönelik negatif davranışlarımızı düzeltme,onlarla geçirdiğimiz her anı mutluluk anları haline getirme yolunda bolca ipucu içeriyor.

Annelik güzeldir,muhteşemdir.Hemen hemen her anne için anne olmak yaşamında başına gelmiş en güzel şeydir.Bunun yanında annelik zordur,kısıtlayıcıdır,bazen bıktırıcıdır,çoğunlukla eşle ilişkiyi yıpratır,sosyal hayatı bitme noktasına getirir,falan filan.Hiç kimse,hayatımın en güzel anı olmadık bir sebepten yerlerde tepinip duran çocuğumu nafile bir çabayla sakinleştirmeye çalıştığım andır,demez herhalde.İşte bir çok anne gibi bizim yazar da bunları yaşıyor,yani o bizden biri!Daha da güzel yanı bu can sıkıcı durumlara çözüm önerileri getiriyor.Öyle teorik öneriler de değil.Kendi yaşamından birebir uygulanabilecek örnekler veriyor.

Kitabın gerisi beni ne denli değiştirir bilemem ama ben bu "ebeveynlik" bölümüne bayıldım.Çocuk yetiştirmeyle ilgili zamanında onlarca kitap okumuş ben aradığımı bir kitabın 27 sayfalık bölümünde buldum.Kafamın üstünde bir sürü ampul yandı okurken.Hele bir "korsan yemeği" fikri var ki,mutlaka yapmalıyım,harika.

Şimdi ilk yapacağım Mayıs'a geçmeden,elime bir kağıt kalem alıp Nisan'ı dikkatle,notlar tutarak baştan sona tekrar okumak.Uygulamaya geçtiğimde en azından Deniz çok mutlu olacak,eminim.Deniz mutlu olursa ben de mutlu olurum zaten.E,daha ne!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Yeniden içimde olsan.Korusam,sarsam,hiç ayrılmasam..


Sitenin sahasında top oynamayı çok seviyor Deniz.Ama ne yazık ki kendi yaşında arkadaş bulamıyor.Akranı olan iki çocuk var,onlar da pek nadir iniyorlar sahaya.Küçüklerden kendisi hoşlanmıyor,büyüklerse bizimkini aralarına almak istemiyorlar.Her şeye rağmen tek başına da olsa yaz boyu hemen her gün aşağıdaydı bizim oğlan.Bir heyecanla eve gelip kaç basket attığını,topun tek tek hangi noktalara değip kaleye girdiğini,ne maceralar yaşadığını anlatmakla geçiriyor akşamlarını da.Yine de arkadaşsız tadı çıkmıyor.Bir arkadaş buldu mu kahkahaları ta 5. kattaki evimizin içinde çınlıyor.

Bugün nasıl olduysa bahsettiğim o iki çocuk da aşağıda,futbol oynuyorlar.Deniz'in keyfi zirvede.Biraz balkondan izledim.Deniz gol atınca çocuklardan biri küsüyor,oyunu bırakmakla tehdit ediyor.Bizimki özür dilerim,özür dilerim,tamam bu gol sayılmaz diye yalvarıyor.Birazdan yine gol,yine küsme,yine özürler.5-1 yeniyorum diye sevinirken hevesi kursağında kalıyor kuzucuğumun,tamam sen beşsin,ben birim diye aklına gelen tüm ikna yöntemlerini deniyor.Sırf kırk yılda bir bulduğu arkadaşı elinden gitmesin diye tam ezikleri oynuyor.Öbür çocuk da Deniz'in zaafından istifade tüm mızıkçılığı yapıyor.

Öff,içim paramparça oldu.Şefkat,merhamet,çaresizlik,aman ne bileyim,kelimelere dökemediğim bir sürü his.Müdahele edip,gururunu kırmak da istemedim çocukların yanında.Ne yapmalıyım ki?

10 Ekim 2010 Pazar

Mor yüzüğümü kendim aldım

Hava serin,iş çok,üstelik yarın da pazartesi diye uyuşuk uyuşuk dolanırken aklıma şu zevkli insanın dükkanı geldi.Pasajda inceledim,araştırdım,o kadar güzelliğin arasında kafam çok karıştı ama sonunda seçmeyi başardım.Şu fotoğraftaki zarif yüzüğü 3 vakte kadar bekliyorum artık.Bu arada alışveriş süper bir şey gerçekten,canlandım,kendime geldiverdim birdenbire.


Mor Dalya Çiçeği Yüzük

8 Ekim 2010 Cuma

Biyonik ve sevilen kadın


Dün akşam ben mutfaktayken ağlayarak yanıma geldi."Anne ben büyüdüğümde sen de yaşlanıp ölürsen ben seni çok özleriiim."Hemen koştum elimde ne varsa bırakıp,sımsıkı sarıldım.Bir yandan da itiraf edeyim hoşuma gitti,beni bu kadar seven biri olması.(Çocuk acılar içinde ben seviniyorum,deli miyim neyim?)İlk anda bocaladım doğrusu,ne diyeceğimi bilemedim.Haklıydı ne de olsa.Sonra aklıma geldi,"Bak,ben büyüdüm,kocaman oldum,annemi bırak hala anneannem,dedem bile yaşıyor." dedim.Söylediklerim biraz mantıklı geldi demek ki yatıştı.Ama yine arada "Ama ya ölürsen..." ler çıkıyordu.O kısmı da "Dua edelim Allah bizi hiç ayırmasın,mutlu mutlu hep beraber yaşayalım." diyerek Allah'a bıraktık,rahatladık.Kendimi hatırladım bunlarla,çocukluğumu,yattığımda örtümü başımın üstüne çekip annem babam,sevdiklerim benden önce ölmesin diye ağlayarak ettiğim duaları.

Bu olay tek değil,son zamanlarda sürekli bir sevgi yumağı halinde yaşıyoruz zaten.Keyfi yerinde olduğunda bana  "hayatııım","canııım","hayatımın güzelliği" demeden konuşmuyor.Sürekli beni öpücük yağmuruna tutuyor.Yurtta nöbette kaldığım ilk gece benim peşime düştü "Ben sensiz nasıl uyurum" diye içimi titreten cümleler kurarak.Ancaak keyifler bozuk olduğunda da ilk çattığı kişi ben oluyorum.Nasıl bir çelişkiyse,hani hayatının anlamıydım şeker.


Bu arada öyle yoğunum ki.Şimdi yemeği hazırlayacağım,ardından Deniz'i dişçiye götüreceğim (Diş hekimine mi demeliydim),ordan alışverişe,çocuğun bütün kışlık kıyafetleri küçülmüş,palyaço gibi geziyor ortada,acilen bir sürü kıyafet almalıyım (İhmalkar anne),ordan Deniz'i okula bırak,kendimi okula bırak,okuldan çıkışta yurtta nöbetçiyim,oraya geç (Yurtta kullanacağım eşyalarımı ne ara götüreceğim bilmiyorum),yarın yurttaki müdür yardımcısından izin al,arkadaşın yeni bebeği oldu,onu ziyaret et (Önceden kararlaştırılmış bir program,ben ne bileyim tam da gideceğimiz gün yurtta nöbetçi olacağımı,mecburen izin verecekler.Ya vermezlerse...),akşam eve dön,iki günde ortalığın nasıl savaş yerine döndüğüne hayret et ve çalış...Hala bilgisayarın başında oturuyorum.Hadi kalksana..

4 Ekim 2010 Pazartesi

Küçücük şeyler

Hala keyfim yok.Olumsuz düşünme,olumsuz düşünme diye çok telkin veriyorum kendime ama yok arkadaş,geldi mi her şey üstüste geliyor sanki.Bir de Bülent'le tartıştık yok yere.Hiç televizyon izlemeyen ben o gün -evdekilerin zevkine uymayan-bir filmi izlemek istedim.Bülent de şimdi bunu mu izleyeceğiz diye biraz şikayetlenir gibi olunca zaten günlerdir gergin olan sinirlerim iyice boşandı.Aylar var ki televizyonun kumandasını elime almıyorum,hiç mi hakkım yok sadece kendi istediğim bir şeyi yapmaya diye söylenmeye başladım.Tamam gel izle diye arkamdan epey bir seslendi ama ben çoktan küsmüş vaziyette yatak odasını bulmuştum.Şimdi küs değiliz ama ufak bir dil sürtüşmesi bile keyif kaçırıyor işte günlerce.Geçer mi?Of çabuk geçsin,lütfen.

Geçen hafta yurtta ilk nöbetimi tuttum.Belletmen deniyor yurtta çocukların başında duran kişiye.Bir belletmenliğim eksikti,o da oldu.Bugün ikinciyi tutacağım.Ne zaman bitecek bu çile?

Hep kötü,hep kötü yazdıklarım,biliyorum.Ama bu arada harika bir blog buldum,tam sevdiğim tarzda.Hafta sonu fırsat buldukça okudum.İsmi Küçücük şeyler.Böyle bir hafta sonunda bana çok iyi geldi.Blog sahibinin bir de Nezleli karga isimli blogu var.O da güzel ama birincisi favorim.

Yazdığım sıkıntılara dönüp baktım da hepsi de amma küçücük şeyler değil mi?

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails