24 Şubat 2013 Pazar

. . .

Dün gece televizyonda New York'ta Beş Minare filmine rastgeldim. Şuna benzer bir cümle geçiyordu filmin sonlarına doğru:

"Doğarken bize ezan okunur ama namazımız kılınmaz, ölürken de namazımız kılınır ama ezan okunmaz. Niye bilir misiniz? Doğarken okunan ezan ölürken kılınan namazın ezanıdır. İşte hayat bu kadar kısa."

Ne güzel, ne ilginç...

Ağladım durdum gece boyu. Hem filme, hem dedeme. Canım dedeme, bir taneme. 
Güzelim benim, bebeğim...

Yaşlı, hasta, yorgun...

Kimin ne zaman gideceği bilinmez tabii ama "Dur!" diyesim var Azrail'e, "Sakın dedemi götürme!". Dedeme yalvarasım var, "Sakın beni bırakıp bir yerlere gitme!" diye. "Çok üzülürüm ben sensiz, çiçeğimsin sen benim, canımın içisin." Kâr eder mi?

Hiç bir zaman kitaplardaki gibi kucağına oturtup masallar anlatan bir dede olmadı ya da cebinde torunlarına şekerler saklayan bir dede. Yine de -diğer torunları adına konuşamam elbette ama- ben onun her zaman beni çok sevdiğini bildim. Çok konuşmaz, duygularını açıkça belli etmez, edemez çünkü ama beni görünce gözlerinin ışımasından, bana sarılışından bildim. Benim ona sarılmamı beklemesinden bildim. Özellikle de son yıllarda daha çok bekler oldu.

Allah'ım ben ondan her şeyiyle razıyım ve onu çok seviyorum. Sen de ondan razı ol ve onu çok sev.

Çocukken hep dua ederdim, Allah'ım beni sevdiklerimin hepsinden önce öldür diye. Bazen büyümek bir şey değiştirmiyor demek ki.

Deniz de dün anneannesine, "Suzan ben senin yaşına geldiğimde sen ölme olur mu, ben seni çok seviyorum." demiş. Kuzu...


Bazı günler dışardaki pırıl pırıl güneşe rağmen insanın içi hüzünle dolu olabiliyor. 
Bugün de öyle bir gün.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Babalara küpe!

"Babanın en büyük görevi ne aslında biliyor musunuz? Evdeki anneyi mutlu etmek. Evdeki anne mutlu olursa, o yuva yürür. O anne mutlaka eşini ve çocuğunu mutlu eder."

                                                                                                         Dr. Ümit Yazman



Bu cümleleri okuyacak, daha da önemlisi bu cümleleri yaşamına uygulayacak bir baba çıkar mı acaba? 
 "Mutlu bir evlilik için 10 altın kural", "Sağlıklı bir ilişki için yapmanız gerekenler", "Huzurlu aile, huzurlu çocuk", "Kadınları mutlu etmenin yolları" türünde yazıları genelde kadınlar okur ya. En azından gördüğüm, bildiğim erkeklerden henüz hiç birinin bunları okuma tenezzülünde bulunduğuna şahit olmadım ben. Onlar doğuştan mükemmeldir çünkü, kendilerini geliştirmeye hiç mi hiç ihtiyaçları yoktur. Ama belli olmaz, belki bir şaşırtan bulunur beni de. Bu arada "Kadınları mutlu etmenin yolları" yazısını kadınlar niye okur, bunu da anlamış değilim. Ben mi? Tabii ki ben de okuyorum ve kendi kendimi hiç anlamıyorum.


13 Şubat 2013 Çarşamba

Okul Günlüğü: Tatil dönüşü 3. gün - Ferahfeza


Dış sesim: Tralallallaa... ♪♫♫♪♪♫

İç sesim: Tüm tatilleri bitirdin, bu ne neşe?

Dış sesim: Muhteşem bir şey oldu bugün, okulu artık çok seviyorum.

İç sesim: ????

Dış sesim: 12-F yi yeni gelen matematikçiye sattım. Adamcağız başına gelecekleri bilmiyor, yazık. Ama artık ben kuşlar gibi hürüm. 

İç sesim: II yarıyıla sıcacık bir merhaba diyoruz o zaman.

Dış sesim: Aynen.






Haşiye: Bugün komik bir karikatür yok, acı bir gerçek var.






12 Şubat 2013 Salı

Okul Günlüğü: Tatil dönüşü 2. gün - Bahtiyar


Dış sesim: Ey mübarek ecdadım, senle ne kadar gurur duysam az. Bugün şehrimi düşmandan kurtardın, sayende biz de okuldan kurtardık.

İç sesim: Bakıyorum bir gün tatili kaptın diye keyiften uçacaksın.

Dış sesim: Uçmaz mıyım? Hem tatilden önemlisi bugün 12-F ye dersim vardı, o kaynadı. Ben sevinmeyeyim de kimler sevinsin.

İç sesim: Bak o konuda haklısın, bir dönem boyu canına okudular senin, ne azman sınıf o yahu.

Dış sesim: Veeeee ben bu gün onları görmeyeceğim. Yuppiii, çok mutluyum!!!

İç sesim: Eeee, bu harikulade, kutlu, mutlu tatil gününde neler yapmayı düşünüyorsun peki?

Dış sesim: Mmmm, bilmem. Temizlik yaparım herhalde, evin her tarafında tozlar uçuşuyor.

İç sesim: Eveeet. Çok etkileyici.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Okul Günlüğü: Tatil dönüşü 1. gün - Derbeder


Dış sesim: Okulu hiç özlememişim ben ya... 

İç sesim: Sen?!! Özlememişsin?! Hmm, ne enteresaaaan.

Dış sesim: Dalga geçmesene, belki özlemişimdir sanmıştım, ne bileyim.

İç sesim: Komik olma kuzen!

9 Şubat 2013 Cumartesi

Arkadaş dediğin çeşit çeşit . . .


Hani beylik bir laf vardır, kitaplar en iyi arkadaştır derler. Yanlış. Kitaplar değil  kitaplardaki kahramanlar arkadaşım olur benim. Tüm kahramanlar da en iyi arkadaşım değildir üstelik. Tıpkı gerçek dünyada nasılsa arkadaşlar, kitaplardakiler de öyledir bence. 

Kimisi candan dosttur gerçekten. Huyunu, suyunu, sözünü, sohbetini seversin, hiç yanından ayrılasın gelmez. Tıpkı son dönemlerdeki gözdem Sherlock Holmes gibi. 

Kimisi öyle yer etmiştir ki kalbinde uzun süre görmediğinde buram buram gözünde tüter, yeni bir kitabı çıksa da doya doya hasret gidersem dersin, tıpkı Kvothe gibi.

Kimisiyle ortak zevklerin vardır, çok candan dost olunamayacağını bilirsin onunla ama beraber zaman geçirmekten de keyif alırsın, tıpkı Jim Qwilleran gibi.

Kimisine sinir olursun, elinden gelse aklı başına gelene kadar iyi bir pataklamak istersin ama yine de ne yapıp ettiğini merak eder etrafından ayrılamazsın, tıpkı Scarlett gibi.

Kimisinin tehlikeli olduğunu bilirsin ama aynen kitaptaki diğer hatunların yaşadığı hipnotizmaya benzer bir ruh haliyle belli bir mesafeden izlersin hep, tıpkı Şeyh Baki gibi.

Kimiyle görüşmeyeli çok uzun zaman olmuştur, nerdeyse yolda karşılaşsanız tanımazsınız birbirinizi ama yine de adı anıldıkça eski dostlar, eski dostlar kıvamında hoş bir his kaplar içini, tıpkı Malaussene gibi, tıpkı Georg gibi.

Kimisi başkasının arkadaşıdır ama öyle tatlıdır ki sen de can-ı candan seversin, tıpkı Pıtırcık gibi.

Kimisiyle mecburi bir birlikteliğin olur, hatta onlara arkadaş dahi denilemez, sinir ederler seni, yollarınız ayrılınca oh nihayet kurtuldum der, bir daha görmek istemezsin yüzlerini, tıpkı okuduğum onlarca kötü kitaptakiler gibi.

Kimisinin de ne harika olduğunu ordan burdan duyar, tanışmaya can atarsın, tıpkı daha okumadığım yüzlerce kitaptakiler gibi.

Bu günlerde arkadaşım Nehlüdof, yakında anlatırım onu da.

Peki sizin arkadaşlar kimler, neler yaparlar?


6 Şubat 2013 Çarşamba

Şöyle bi koca bulamadık


:)))

5 Şubat 2013 Salı

Kitap okumak zor zanaat

Son dönemlerde daha bir zevkle kitap okuyor Deniz. Gündüzleri hala "Hadi oğlum biraz da kitap oku!" uyarısına ihtiyaç duysa da en azından gece uyumadan kitap okuma alışkanlığı edindi kendi kendine. Bu sefer de "Hadi oğlum kitabı bırak da uyu artık!" uyarıları gerektirecek kadar seviyor gece okumalarını. Gerçi kitabı geç uyumak için bir bahane olarak kullandığından şüpheliyim, uyku saati ne kadar gecikirse o kar Deniz için. Hatta geçenlerde hasta gibiydi de, saat 10'a doğru "Anne uyuyalım mı?" diye yanıma geldi. Çok şaşırdım bu teklife, kendinin de dikkatini çekmiş olacak ki, "Anne, hayatımda ilk kez uykum geldi, di mi?" dedi. Neyse hangi sebeple olursa olsun okuyor ya, önemli olan bu.

Kitabı öyle veya böyle okuyacak da garibim, ah bir de kitabı nasıl tutması gerektiğini bilebilse. Kırk şekle giriyor okurken. Eli ağrıyor, kolu uyuşuyor... Geçenlerde gizlice fotoğrafını çektim, ben arkadaki ponponları çekiyorum, sen rahatsız olma diyerek. Kendini çektiğimi bilse hiç durmaz orada. Nefret ediyor fotoğrafının çekilmesinden. Fotoğrafları çekip bitirince, çaktırmadan başardım diye kendi kendime sevinirken, "Benim fotoğraflarımı çektiğini biliyorum, mutlu ol diye bilmiyormuş gibi yaptım." dedi. Sıpa!

Neyse, işte Deniz'in kitap okuma halleri :











Ayıcık da yukardan okumalıymış... :)





4 Şubat 2013 Pazartesi

İnsanın ağzı nasıl çilek kokar?



Hani bir Issız Adam efsanesi vardı bir zamanlar, kimileri müziğine tutulmuştu, kimileri havuçlu kekine. Kimileri aynen filmdeki gibi bir kadir kıymet bilmez tarafından terk edildiği için çok etkilenmişti filmden. Kimileri de filmden sonra, acaba benimki de aslında bir manyak da benim mi haberim yok paranoyasına girmişti. Bense filmin bunlardan bambaşka bir yerine takılmıştım.

 Hatırlarsınız bir sahnede, Alper ile Ada yatakta, sabah uyanmış, kikirdeşiyorlar. Birbirlerine soruyorlar ağzım kokuyor mu diye. Kokmuyormuş, öyle diyorlar. Hatta Alper, Ada'ya ağzının çilek koktuğunu söylüyor. İşte tam bu noktadır benim takıldığım nokta.

 Tamam kızcağızın ağzı kokmuyor olabilir, gayet tabii bu. Ama mümkün müdür bir insanın ağzının sabah sabah çilek kokması? Var mı gerçek dünyada böyle biri? Bir insan evladı sabah sabah ağzının çilek kokması için ne yemeli ne içmeli, nasıl bir yaşam tarzı sürmelidir? Benim bulabildiğim tek cevap Ada'nın daha Alper uyanmadan çaktırmadan gidip dişlerini çilek aromalı bir diş macunuyla fırçaladığı. Ki bu tezimi kanıtlayacak bir sahne yok filmde.

 Hadi burayı anlamak mümkün değil, o yüzden geçelim. Peki gece gündüz içkidir, sigaradır içip duran Kalpsiz Alper Efendi'nin ağzı nasıl kokmaz, buna var mı mantıklı bir açıklama? Ona da yok. Seyirciyi enayi yerine koymayınız sayın senarist, rica ederim yani lütfen. 

Ağız kokusuyla bir derdim olduğu sanılmasın, öyle aklıma geldi yazdım işte. Film eleştirisi yapmış oldum bu arada fena mı? Bayağı geç bir eleştiri oldu ama, neyse :)

Bu arada ağzı çilek gibi kokutmanın formülünü bilen varsa hayrına yazsın lütfen, çok merak ediyorum. "Hmmm, ağzın çilek kokuyor." cümlesini duymak pek havalı bir şey olsa gerek çünkü.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Tatil ortası raporu


 Tatil tam hayalimdeki tatil gibi geçiyor. Çok şükür. Evin içinde, biraz miskin, biraz gevşek... Bol bol kitap okuyarak, gece geç saatlere kadar oturarak, yatarak, yuvarlanarak, atıştırarak, Deniz'le kudurarak, battaniye altı keyifleriyle, telaşsız, sıcak, sakin. Oh mis! Benim gibi bir "evsever"i kedi gibi keyiften mırıl mırıl mırlatan günler.

Zaten Şubat tatilini yaz tatilinden daha çok severim ben. Kısa olduğu için daha kıymetlidir bir kere. Yaz tatili telaşlıdır. Günlerin bir sürüsü valiz hazırla, oraya git, buraya git, valiz boşalt hengamesiyle geçer. Uzun tatil ya, gezmek, yüzmek vesaire şart. Ayrıca evdeysen bile yukarda saydığım aktivitelerin çoğunu yaz tatilinde yapamazsın. Sıcaktan kendini nerelere atacağını bilemezsin ki yapasın, yapsan da aynı sıcaklardan dolayı pek tat alamazsın. Oysa Şubat tatili insanın evinden tat almada tam performansa ulaşmasını sağlayan soğuk havayı da beraberinde getirir. Hatta o soğuk havayla bir de kar getirse tadından yenmez olur. Gerçi bu senekinde kar keyfimiz eksik ama ne demişler, o kadar kusur kadı kızında da bulunur.

İşbu sebeplerden dolayı pek muhterem Şubat tatilimizin kalan günlerinin kıymeti biline, Rabbimize bu huzurlu, güzel günleri bize yaşattığı için bol bol şükredile... :)

Bu arada, birini öperken insan fotoğraflarda ne çirkin çıkıyor yahu.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails