31 Aralık 2014 Çarşamba

Yeni yılda gerçek olsun hayalleriniz!


Yeni yıla girerken en büyük hayali kar!
Beş dakikada bir pencereye koşuyor sokak lambalarının altında savrulan kar tanelerini görmek umuduyla.
Şu ana kadar buz gibi soğukla birlikte serpilen yağmurdan başka bir şey göremedi.
Ama umudunu yitirmiyor.
Daha 31 Aralık gecesine çok saat var nasıl olsa diye.
Yağmayacakmış buralara demiyorum ben de.
Umudu kırılmasın.
Hem meteoroloji ne derse desin yağar belki.
 Belli mi olur?
Küçük bir çocuğun duasıyla.


Benim yeni yıla girerken hislerimse Sartre'nin Akıl Çağı'nda söylediklerine birebir uyuyor:

"Geçmiş günleri mi özlüyorsun?"
Marcelle kuru bir sesle, "Hayır" dedi. 
"O günleri değil. Yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum."

26 Aralık 2014 Cuma

Ne çok okuyor bu çocuk, gözlerini bozacak sonunda!!! (8-9-10 yaş kitaplarımız)


Deniz doğduğundan beri onunla ilgili kurduğum değişmez hayalim, okumaya düşkün biri olmasıydı. Daha minicik bebekken başladım başucunda ona kitap okumaya. 10 yaşına yaklaştı hala devam aynı düzene. Televizyon yok zaten benim hayatımda, futbol dışında. O yüzden işim olmadığı anlarda beni hep elimde kitabımla gördü (ne yazık ki son yıllarda bir de telefonumla). Evin her köşesinde kitaplar çarptı gözüne. Babası eline roman alıp okuyan bir insan olmasa da onun da çevresi hep kitaplarla dolu, daha bilimsel olanlarla. Çok şükür tüm bunların semeresini gördük, Deniz de "Hadi oğlum yeter, bırak artık o kitabı elinden" sözünü her gün işiten bir çocuk oldu. Üstelik çok hareketli, çok oyunsever bir çocuk olmasına rağmen. Devamı gelir umarım. 

Daha önce de defalarca yazdığım Pıtırcıklar, hala ve de hala Deniz'in gözdelerinden. Tam sayısını bilmiyorum ama sanırım 15 civarında Pıtırcık kitabını en az beşer kez okumuştur. Oğlum artık daha farklı kitaplar oku derim, tamam anne der ama birkaç gün sonra bakarım elinde yine bir Pıtırcık! Yoksa siz hala tanışmadınız mı Pıtırcık'la?

Roald Dahl kitapları da favorilerinden. Zaten Roald Dahl ve Pıtırcık sayesinde Can Yayınları sempatizanı oldu çıktı kendisi. Kitapçıya gidince, "Diğer kitaplardan almayalım, kalpli beyaz kitaplardan alalım." diyor.

Saftirik ve Bastıbacak serileri de yine her kitapçı turunda kitaplığına bir yenisini daha ekleyip, defalarca okuduklarından. Ben çok hoşlanmıyorum onlardan ama o seviyor, ne yapalım, sonuçta kitap onun, zevk onun.

Ahmet Ümit'in çocuklar için kitap yazdığını bilmiyordum ben. O yüzden bir gün kitapçıda Olmayan Ülke ile karşılaştığımızda çok şaşırdım ve çok sevindim. O günlerde ben de Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ni okuyordum. "Bunu da sana alalım Deniz, aynı yazarın kitabını okuruz aynı anda." dedim, tamam dedi. İyi ki de almışız, ben okumadım, yorum yapamayacağım ama Deniz çok severek okudu. Bir de Masal Masal İçinde'si varmış Ümit'in, gözümüz onda artık.

Tarık Uslu'nun Şu Acayip serisi de Deniz'in kendi keşfettiklerinden. Tüm kitaplarını alıp merakla okudu. Hem okusun hem de bir şeyler öğrensin diyenlere...

Bizim okulun kütüphanesinde bulup Deniz'e getirdiğim, benim okuduğum, onun dinlediği (iyi ki öyle yapmışız, Deniz için biraz zor bir kitap çünkü) Sait Faik'in Seçme Hikayeler'inin tadına Deniz'i bilmiyorum ama ben doyamadım. Hikayeler ilköğretim öğrencileri için seçilmiş arka kapakta dediğine göre. İlköğretimin orta kademesine uyar bence ancak. Ama siz de bizim gibi yapıp, kitabı çocuğunuzla beraber okuyup, hem kendinizi hem çocuğunuzu mutlu edebilirsiniz.

Benim Deniz'e okuduğum kitaplardan bahsetmişken Şeker Portakalı'yla Güneşi Uyandıralım'dan bahsetmeden olmaz. Çok uzun yıllar önce okumuştum ben onları. Zeze'yi asla unutamasam da çoğu yerini unutmuşum kitapların. O yüzden çok zevk aldım onları Deniz'e okurken. Yalnız Deniz ne kadar zevk aldı onu bilemeyeceğim. Okurken sürekli boğazı düğümlenen, sesi çatallanan, biraz sonra da artık kendini tutamaz olup hüngür hüngür ağlamaya başlayan birinden kitap dinlemek ne kadar zevkli olabilir ki? "Anneeee, hıçkırıklarından en son ne okuduğunu hiç anlamadım, bi daa okuuuu."

Ah bir de Momo var tabii. Nasıl güzel bir kitap o. Çocuğunuz varsa mutlaka okuyun ona. Yoksa da kendinizi mahrum etmeyin bu güzellikten lütfen.

Bir de çok özel kitapları var Deniz'in. Alkım'ın hediyesi Timmy Fiyasko gibi. "Bak Yaşar Utku, bu Alkım ablamın hediyesi, hem de kendi çevirmiş kitabı. Kitap çevirmek ne demek biliyor musun? Yani kitap aslında İngilizce'ymiş, Alkım ablam onu okuyup, tekrar Türkçe olarak yazmış." Günlerce koltuğunun altında Timmy Fiyasko, arkadaşlarını aydınlattı durdu benim bebeğim.



22 Aralık 2014 Pazartesi

Bir Kız Bir Oğlan

Roman okur gibi okumak gelir bazı blogları içimden. Blog-kitap diyorum ben onlara. Şöyle sıkıldıkça ya da boş vakit buldukça sayfalarını çevirir gibi, ama terse çevirir gibi, en sondan başlayıp ta ilk yazıya kadar her yazılanı okumak isterim onlardan birini keşfedince. İyi yazılmış yazılardan fazlası olur o bloglarda. Karakterleri tanırsınız, benimsersiniz, merak edersiniz. Yıllar var ki öyle bir blogla karşılaşmamıştım. Nihayet geçen hafta buldum bir tane: Bir Kız Bir Oğlan. Tavsiye ederim. Çok keyifli.

4 Aralık 2014 Perşembe

Güngün!!!


Bu harika şarkıyla güne başlamalı bence. Bir zamanlar Deniz'i hep bu şarkıyla uyandırırdım: Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim... Unutuldu zamanla tabii. Birbirimizi sabahları "güngün" diye selamlıyoruz yıllardır. Hiç vazgeçmez Deniz bu mini törenden. Daha yatağın içinde, gözlerini bile açamamışken ilk önce "güngün" der. Geçenlerde radyoda rastlayınca yine kalbimi titretti şarkı, yine tedavüle sokmalıyız dedim Deniz'e. O zamanlar çok küçük olmasına rağmen Deniz de hatırladı şarkıyı, ilginç. Arabanın içini son ses, günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim diye inlettik. Araba, birileri rahatsız olur mu diye endişelenmeden, çocuğunla beraber bağıra çağıra şarkı söylemek için harika bir mekan zaten.

Sabah şarkımızı da dinlediğimize göre ben gidebilirim. 
Gitmeden önce iki nar çiçeğimi takdim edeyim size:






3 Aralık 2014 Çarşamba

En nadide hatıralarım koleksiyonumdan


Andy Warhol ne de doğru söylemiş, "Bir gün herkes 15 dakikalığına şöhret olacak." derken. Ben bile olduysam... Gerçi "şöhret" kelimesi benim için pek iddialı ve uygunsuz oldu ya neyse, bozmayalım şimdi Andy abimizi.

Lafı evirip çevirmeyi bırakıp konuya gelelim. Konu ne? Bir TRT belgeseline, Eksik Parça'ya konuk olmam. Blogu açarken biri bana, gün gelip bu blog sayesinde bunları yaşayacağımı söylese hadi canım ordan der, geçerdim. Ama yaşadım işte. Alkım'dan, belgeselden bahseden, benimle çekim yapmak isteyebileceklerini söyleyen, fikrimi soran ilk maili aldığımda, çok heyecanlandım işin doğrusu. Olsun mu olmasın mı düşünceleri içinde gidip gelirken, annemle eşimin, "Neden olmasın ki, ne kadar güzel bir anı olur ilerde" telkinlerine daha fazla dayanamadım. İyi ki de dayanamamışım.


Çok güzel duygular yaşadım çekimlerin sürdüğü üç gün boyunca. Bunlardan en güzeli de belki, yıllardır yazılarıyla sevdiğim, yazılarıyla kendime yakın hissettiğim, yazılarıyla benzer frekanslarda insanlar olduğumuzu bildiğim Alkım'la karşılaşmak oldu. Gerçi o kendini yazılarında zaten o kadar sahici koymuş ki ortaya, yüz yüze gelince de blogunu okuyor gibiydim. Blogundan çıkarsadığım Alkım neyse, karşımda da o vardı. Duyarlı, naif, zarif, derinlikli, sürprizli...


Üç gün boyunca neler çektiler, neler anlattım onlara, zaten belgesel yayınlanınca ortaya çıkacak. Orasını ben de bilmiyorum. Ama artık bir çekimin kamera arkası nasıl olurmuş, onu biliyorum işte. Ne emeklerle, ufacık detaylar için ne çok uğraşarak ve ne çok eğlenerek. Bu eğlence kısmı her çekimde oluyor mu onu bilmiyorum ama Maraş'a gelen bu harika çekim ekibiyle olduğuna garanti verebilirim.


Beni en çok etkileyen bu insanlar oldu işte. Enerjileriyle, birikimleriyle, samimiyetleriyle, incelikleriyle... Onları tanımış olmanın mutluluğu böyle bir çekim hikayesinde yer almanın mutluluğunun bile önüne geçti dersem ne demek istediğim anlaşılır herhalde.


 Diyeceğim o ki sevdim ben bu insanları, Alev Hanım'ı, Birsen Hanım'ı, Zafer Bey'i, Şener Bey'i, Ahmet Bey'i. Rahatlamam için çekim arasında masaj bile yapıyorlar, daha ne olsun, gel de sevme kolaysa. Bir de acayip motive ediyorlar insanı yahu, çekim esnasında müthiş, harika, süper, çok çok iyi oldu sözcükleri havada uçuşuyor. E tabii, bu kadar iltifat karşısında, kamera karşısındaki titrek kedi kıvamındaki kişi de kendini süperstar gibi hissetmeye başlıyor. 


Bir de hepimiz için sürprizli kısmı vardı çekimin: Annem!  Bana "unutamayacağın bir anın olur" derken kendinin de unutamayacağı bir anısı oldu sanırım. 

"En nadide hatıralarım" koleksiyonu yapsaydım başköşede yerini alacak üç gün. Ne diyeyim, rüzgar gibi geçti...



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails