30 Aralık 2010 Perşembe

Hayrolsun





Dün gece rüyamda çok ağladım,hıçkıra hıçkıra ağladım.Bugün sordum soruşturdum,rüyada ağlamak gerçekte çok sevinmek anlamına gelirmiş.Bir de rüyayı nasıl yorumlarsan öyle çıkarmış.Ben de bunu tek seferlik bir sevince değil,tüm 2011'in benim için çok mutlu bir yıl olacağına yordum.Herkese gözyaşlarıyla dolu rüyalar,mutlu yıllar :))

29 Aralık 2010 Çarşamba

Kararsız müşteri



Son zamanlardaki tüm alışverişlerim aynı şekilde gerçekleşiyor.Mağazada bir şeyler seçiyor,eve getiriyor,dolaba yerleştiriyor,sonra bütün geceyi güzel olmadı mı yoksa,maviyi mi alsaydım yoksa,ya keşke kırmızıyı alsaydım,aslında bu da her şeyle kombinlenir ama çok mu sıkıcı ve benzeri dünya kadar düşünce arasında geçiriyor,ertesi gün evdekini tekrar mağazaya götürüp değiştiriyor ve bir daha bir daha değiştirecek yüzüm olmadığından konuyu kapatıyor,alışverişimi tamamlamış oluyor,rahatlıyorum.Eskiden de kararsızdım ama iyice aştım artık.Kutluyorum kendimi...



24 Aralık 2010 Cuma

Cuma gecesi muhasebesi


Koca bir haftayı bitirdik.Bülent evde yok.Deniz ilaçların etkisiyle çizgi film izlerken koltukta uyuyakalmış.Severim böyle kendi başıma kalabildiğim zamanları aslında ama bugün öyle hissetmiyorum nedense.Sıkılıyorum.

Hala pek bir değişiklik yok Deniz'in durumunda.Bağırsak enfeksiyonu vardı zaten.Ateşliyken çocuğu serin tutacağız diye bir de soğuk algınlığı ekledik üstüne.Burun tamamen tıkalı.Horultular aldı başını gidiyor.

Yarın gece yine pansiyonda nöbetçiyim.Sevgili MEB geçen haftadan beri Blogger'ı yasakladığından pansiyondaki bilgisayardan bloga giremiyorum artık.Halbuki orda doğru düzgün uyuyamadığımdan geceleri bol bol vaktim oluyordu,evde hiç olmadığı kadar.Sevdiğim blogları rahat rahat,uzun uzun okuyabiliyordum.



Bir duygusalım ki bu günlerde sorma.Deniz'e masal okurken kitaptaki çocukla köpeğinin vedalaşma anını anlatan sayfadaki resmi gördüğümde sesim titremeye başlıyor.Geri kavuştuklarında gözyaşlarıma engel olamaz oluyorum artık.Kendi okuduğum kitapta olur olmaz her şeye ağlıyorum zaten.Bülent garipsemez oldu artık kitap okurkenki bu hallerimi.Okulda çocukların özel problemlerini işaretlemeleri için verilmiş formda "zaman zaman ailemden dayak yiyorum","kendimden nefret ediyorum" gibi maddeleri işaretleyenleri gördüğümde öğrencilere çaktırmadan gözlerimi silmeye çalışıyorum.Hele bir tanesi kağıdın sonuna "lütfen bana yardım edin" yazmış ki şimdi yazarken bile burnum sızlamaya başladı.Bir de Arthur var tabii.Çok seviyorum ben o çizgi filmi.İzleyenler bilir,ağlayacak bir şey var mı Arthur'da?Ama gel bir de bana sor.Sulugözün teki oldum çıktım.Hele bir de güzel bir müzik olsun fonda...




Okuldaki bir kaç öğrenci face'de okulun dedikodu sayfasını açmışlar.Öğretmenler hakkında da epey bir atıp tutmuşlar.Bugün son derste idare durumu farkedince okulda fırtınalar koptu.Eve gelir gelmez açtım baktım ne yazmışlar diye.Benim için kötü bir şey yazmamışlar ya da ben bulamadım.Sadece bir yerde okuldaki matematikçilerin içinde en iyisi Özlem demişler.Evet,böyle,sadece isim var,Özlem Hoca falan yok.Yine de sevinsem mi?En iyiymişim ya hani :)

Ah,nerdeyse unutuyordum.Deniz'in sallanan ikinci dişi de çıktı bugün.Hem de bu sefer kendi çıkardı.Yastığının altına koyduk.Heyecanla periyi bekliyoruz şimdi :)

Böyle işte.Haftadan geriye kalanlar...


22 Aralık 2010 Çarşamba

Son ayların klasiği



Okullar açılalı 84 gün olmuş.Deniz bunun 70 gününü hasta geçirdi.Bitirdiği ateş düşürücülerin,antibiyotiklerinse sayısı bellisiz.Hastalığın birini atlattık derken okuldan yeni bir türü kapıp geliyor.Dünden beri yine ateşler içinde.Şikayet ediyor muyum?Hayır,hakkım olmadığını biliyorum.Canım yanıyor mu?Evet,hem de çok...Bazı bazı Erkin Koray misali okula göndermeden evde eğitim veremez miyim acaba diye düşünmüyor da değilim.

20 Aralık 2010 Pazartesi

O artık beni prenses peri sanmıyor



İnternetin başındaydım,yanıma geldi,neye bakıyorsun anne dedi.Bir arkadaşımın yazdıklarını okuyorum annecim dedim.Hangi arkadaşın dedi.Deli Anne dedim.Şaşırdı,gerçekten ismi Deli Anne mi dedi.Evet dedim.Hoşuna gitti,epey bir güldü.Sonra da vurucu cümleyi kurdu.Anne,sen de bazen deli anne oluyorsun,hem de çılgın deli anne :)). Hmmm,bu yaş itibariyle gerçekleri görmeye başladı demek.

17 Aralık 2010 Cuma

Aşk dolu bir evlilik için



"...bir insana başka bir insanın sevgilisi olması gerektiği,mutlaka öyle olacağı söylenince,onu sevmeye devam edebilmesi insan yaradılışına aykırıdır.Ona sevmemesi söylenirse,sevmesi daha muhtemeldir.Evlenme töreninde edilen yeminde,imzalanan anlaşmada,iki tarafın o andan başlayarak birbirini sevmeyecekleri,başkalarının yanındayken yan yana gelmekten elden geldiğince sakınmaları gerektiği belirtilseydi,dünyada şimdikinden çok daha fazla birbirini seven çift olurdu.Düşün,o zaman karı kocalar nasıl gizli gizli buluşurlar,birbirlerini gördüklerini inkar ederler,gizlice yatak odası pencerelerinden içeri girerler,dolaplara saklanırlardı!İşte o zaman soğuma diye bir şey olmazdı."

                                            Adsız Sansız Bir Jude s.268
                                          Thomas Hardy


Haksız da değil hani..

16 Aralık 2010 Perşembe

Uyanık


Markette yeteri kadar para hacadığımıza ikna olduktan sonra bilmemne markasının çekilişi için bize bir kart verdiler.Büyük hediye de büyüüük boy bir araba.Babasının elinde çekiliş kartını gören Deniz'le babası arasındaki diyalog şöyle:

-  O kağıt ne baba?

- Bu kağıdı verdikleri bir kişiye araba hediye ediyorlarmış.Belki bize çıkar bu sefer,iyi olmaz mı sence?

-Baba,Tofaş araba çıkarsa onu sen al,Nissan'ı annemle bana ver tamam mı? (Bildiği en kötü araba markası Tofaş,onu da babaya kakalamaya çalışıyor)

-Tamam oğlum,Tofaş çıkarsa ben onu alırım merak etme.

- (Arkasını dönmüş,yüzünde muzaffer bir ifade,sessizce) Ben olsam almazdım :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Yeni karar-ŞÜKÜR


Bir yıl daha bitiyor.Geçen yılbaşına daha kaç gün oldu ki?348 mi?48 bile olmadı bence.Günler böyle su gibi akıp giderken neler bırakıyor geride?2010 çok mutlu bir yıl oldu diyebilir misin?Cık!Ya 2009'da çok mutlu muydun?I-ıh.Gerçekten çok mutluydum,en ufak bir kusur,noksan,hayalkırıklığı yaşamadım diyebileceğin bir yıl var mı?Bir ay?Bir gün?Bir saat?Yok,yok,yok...İnsanlığın gereği belki bu,hiç bir zaman tatmin olamamak,tam olamamak.Ancak cennette gerçek huzur belki.Bu dünyada hep bir şeyler yarım kalmalı ki,ruh baki olanı istemeli.

Gerçek mutluluğu cennette yaşayabilecek olsam da burdaki güzellikler az mı diye soruyorum bazen kendime.Aslında hadsiz,sınırsız güzellikler yaşıyorum her an,her dakika.Hep verildiğinden,kesintisiz verildiğinden algılayamıyorum artık,hepsi bu.Halbuki görebilmek lazım.Küçücük sıkıntılarımı nasıl görüyor,üzülüyor,hatta değmeyecek kadar kafa yoruyorsam,öyle algılarımı açık tutabilmeliyim bu konuda.O zaman belki geriye dönüp baktığımda çok mutlu bir yıl geçirdim diyebilirim,çok güzel birgün,çok güzel anlar...

Yeni yıl için bazı kararlarım var.Şimdiden kendimi ufak ufak alıştırmaya çalışıyorum.Hani 1 Ocak itibariyle antremanlı olayım diye.İşte o kararlarımdan biri de şükret,şükret,şükret.Ama gel gör ki uygulamada zorlanıyorum.Öncelikle alışkın olmadığımdan belki.Bir de ölçülebilir değil.Nasıl şükredeceğim?Namaz kılmak en büyük şükür.Ama hani o kadar bilinçle namaz kılan?Kılıyorsun bitiyor.Duygu olarak kalpte ne kadar şükran hissi kalıyor?

Daha bilinçli,daha hissederek,daha içselleştirerek ne yapabilirim diye düşünürken Hilal'in şükür defteri fikri aklıma geldi.Uzun zamandır yazmıyor ama bir zamanlar şükür defteri ve mucizeler başlığı altında yazılar yazardı Hilal.İlk gördüğümde çok hoşuma gitmiş,burda da yapmak istemiş ama bir çok şey gibi gerçekleştirmediğim niyetlerim arasına katmıştım bu fikri.Ama artık başlıyorum.Şükretme kararımı uygularken tam da ihtiyacım olan böyle bir şey çünkü.Bir günlük gibi o gün hayatımda şükredecek neler olduğunu yazarsam hem bir parça Allah'a borcumu yerine getirmiş,hem de bana mutluluk veren şeylerin listesini tutarak mutluluğumu artırmış olacağım.Üstelik şükür nimeti artırır.Bir taşla bir sürü kuş.

Elimden geldiğince her gün tutmalıyım bu listeyi.Gerçekten şükretmek istediğim şeyleri yazmalıyım.Basmakalıp cümlelerle,hissetmediğim duyguları,usturuplu biçimde yazıyı döküp işin samimiyetini bozmamalıyım.Çok büyük şeyler beklememeliyim yazmak için.Ufak da olsa,sıradan da olsa yaşamıma bir ışık,bir renk katıyor mu ona bakmalıyım.Şükretmemeye alışmamış bir insan olarak başta zorlanacağım belki ama çaba göstermeliyim.

Devam ettirmeyi başarabilirsem işe yarayıp yaramadığını 2012'ye girerken göreceğim.2011 çok mutlu bir seneydi benim için diyebilirim o zaman belki.

Beni bu havalar mahvetti


Son bir hafta on gündür her sabah müthiş bir savaş var bizde.Erken kalk,günü kaçırma,üstelik yapacak bir sürü işin var,hani yeni kararlar almıştın diyen "ben"le kalkamıyorum işte,yorganın altı öyle güzel,öyle yumuşak,öyle sıcacık ki kolay mı kalkmak,bir on dakika daha uyuyayım,ondan sonra kesin kalkacağım diyen "kendim" arasında.Tabii savaşı kazanan hep "kendim" oluyor da ordaki bir on dakika kaç on dakikaya çıkıyor bu arada.Ama haksız değil ki garibim,havalar soğuduğundan mı,günışığı noksanlığından mı nedir yatak mıknatıs gibi çekiyor adeta.Orda döne döne uykuya teslim olmak kadar zevkli bir şey olmuyor.İşin ilginç yanı her akşam yarın geç kalkmayayım diye daha erken saatte yatağa gidiyor oluşum.Bu çabam kalkış saatimi değiştirmemekle birlikte gittikçe daha çok uyuyup,daha şiş gözlere kavuşmamı sağlıyor.Bundan bir kaç hafta önceye kadar 7- 7:30 arası kalkarken şimdi 9:00 da kendimi zor çıkarıyorum yataktan.Ondan sonra da öğleye kadar işlerimi nasıl bitiriyor,kendimi okula nasıl atıyorum bilmiyorum.Bir düzene girmeli,bir düzene girmeli,...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Pamuk kek


Daha önce yaptığım bir şey değil ama bu sefer dayanamayacağım,yazacağım.Dün şu keki yaptım.Bu kadar lezzetli,bu kadar pamuk gibi ve bu kadar pratik olmasaydı yine yazmazdım ya.

Haşiye:Limon kabuğu yerine portakal kabuğu koydum,süperdi.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Yokluğunda çok kitap okudum

Küçük kardeşim kitaplarla ilgili yazılarımı okumadan geçiyormuş.Kimi ilgilendirir ki senin hangi kitabı okuduğun diyor bana.(ODTÜ'lü olduğundan beri ukala mı oldu bu çocuk ne?)Ben hiç de gereksiz bulmuyorum oysa.Bir kere,blogdan önce de okuduğum kitapların listesini tutardım ben zaten.Garip bir mutluluk verirdi o listenin uzayıp gitmesi.Şimdi de hazır blog varken niye ayrı bir yere not edeyim ki diyorum.Kişisel günlüğüm değil mi burası nihayetinde.Ayrıca kendim kitap seçerken okuma konusunda fikirlerine değer verdiğim bloggerların önerilerini göz önünde bulunduruyorum.Belki burda yazdığım bir kaç satır da başka birilerine fikir verebilir.Ne mahsuru var yani sonuçta.Sıkılan okumaz zaten.

Uzun zamandır kitaplarla ilgili yazmamışım.Böyle olduğu zaman biriken bir sürü kitabı yazmaya üşeniyorum doğrusu.O yüzden beni en çok heyecanlandıranlardan daha çok bahsedeceğim.


İlk kez bir Pınar Kür kitabı okudum ve hayran oldum.Pınar Kür'ü sadece televizyondaki programından biliyordum,bilmek denirse ona da.Programı doğru düzgün hiç izlememiş,gözüme çarpan bir kaç dakikasında da Pınar Kür'ü  -aslında belli bir sebebi de yok ama- çok itici bulmuştum.Ama öykülerini okuduktan sonra hayranı oldum kendisinin.

Bana okuma sevgisi kazandıran kişi teyzemdi. Kafka'larla,Oğuz Atay'larla,Kundera'larla tanışmama vesile olan kişi yani.Böyle muhteşem yazarları okuma deneyimi yaşamasam bu kadar sevmezdim kitapları belki.İşte Akışı Olmayan Sular da aynı o dönemde aldığım zevki yaşattı bana.Diğer kitapları da bu kadar usta işi,bu kadar lezzetli mi acaba?






Bir diğer sevdiğim de Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u oldu.Yine daha önce hiç okumadığım bir yazar.Sabahattin Ali,Türkçe'yi o kadar kıvrak ve mükemmel şekilde kullanıyor ki hayran kalmamak mümkün değil.Konu benim için çok çekici değildi ama öyle güzel yazmış ki okudukça okuyasım geldi.


Hoşuma gidiyor böyle keşifler yapmak.Altın madeni bulmuş gibi hissediyorum.İyi bir kitap bulmak demek sonrasında okuyabileceğin yeni bir sürü kitap olması demek.Bilen bilir,insan bazı dönemlerde şans eseri hiç iyi bir kitaba denk gelmeyebilir.Ve o kadar sevdiğin halde okumak azaba,yeni kitap seçmek tedirginliğe dönüşebilir.Ama artık benim okuyacak bir sürü yeni yazarım var.Onlar bitinceye kadar da başkalarını bulurum nasılsa.













İşte bu adama bayılıyorum.Georges Simenon.Polisiye romanda en iyilerden biri bence.Yine bence Kedi en iyi kitaplarından biri.










Bunlar dışında okuduklarımı detaylandırmaya gerek görmüyorum.Kısaca söyleyeyim.Dan Brown'ın tüm kitaplarını bitirdim.Da Vinci Şifresi en iyisi,Kayıp Sembol en kötüsü bence.Bir de arkadaşımın ısrarıyla Ateşi Yakalamak'ı okudum.Açlık Oyunları bu muymuş dedirmişti,Ateşi Yakalamak offf dedirdi.Serinin üçüncü kitabını okuduğumda ne olur bilmiyorum artık.

Şimdi elimde Adsız Sansız Bir Jude var.Nezleli Karga yazınca okumak istemiştim.Daha yarı etmedim ama şimdiden çok sevdim.

5 Aralık 2010 Pazar

Kalbim kırıldı bak


Bugün Av Mevsimi'ne gidelim dedim kocama.I-ıh gidemem,çok yorgunum dedi.Kardeşime sordum,olmaz,ders çalışmalıyım,TUS'a şurda kaç gün kaldı dedi.Eee,günlerden pazar,arkadaşlarımın hepsinin ailesiyle planları vardır.Kaldı mı öyle hevesim kursağımda.Bir de aklımda soru işareti.Hayatımdaki erkeklere niye istediğimi yaptıramıyorum ki...

3 Aralık 2010 Cuma

Gizli kalmış dünyamı açığa çıkaran mim

Blog aleminin en samimi,en açık sözlü ve okuması çok zevkli blogger'ı Deli Anne beni ta ne zamanlar mimlemişti.Geç olsun güç olmasın diyerek bugün cevaplamaya niyetlendim nihayet.Niyetlendim niyetlenmesine de,arkadaş bu ne zor mim böyle.Kendimi hiç tanımazmışım,böyle bir gerçeği bu mimle anladım.Soruların bir çoğunu kendime ilk kez sordum.Bazı soruların cevabını kendimde bulabilmek için uzun uzun düşündüm.Beni kendimle tanıştıran mim de diyebiliriz buna :)

1)En Sevdiğiniz Kelime : Çok klasik olacak ama DENİZ.Hem söylenişi güzel,hem çağrıştırdıkları.Zaten sevdiğim bir kelime diye çocuğumun ismini Deniz koydum yani çocuğumun ismi diye Deniz kelimesini seviyor değilim.(Allah'ım resmen savunmaya geçtim)

2)Nefret Ettiğiniz Kelime :Nefret çok keskin bir ifade ama hoşlanmadığım kelimeler var tabii.Mesela LAHMACUN.

3)Ne sizi heyecanlandırır?  :Kesinlikle yeni yerler tanımak,görmek,gezmek,yolculuklar beni çok heyecanlandırır.Düşüncesi bile yeter heyecanlanmama.

4)Heyecanınızı ne öldürür? :Her şeye olumsuz bakan,mızmızlanan,şikayet edip duran insanlar.

5)En sevdiğiniz ses : Özellikle yaz günleri dışarlardan bir yerden gelen çay kaşığı şıngırtısı çok hoşuma gider.Huzur var,keyif var,işler yolunda demektir sanki o.Çayıma şeker atmam ama başkalarının atması nasıl mutlu ediyor bak.

6)Nefret ettiğiniz ses :En fenası sinek vızıltısı.İlla da uyurken başına musallat olurlar ya.
Aslında akşam okuldan geldiğimde sese o kadar doymuş halde oluyorum ki o saatlerde hiç bir sese tahammülüm kalmıyor.

7)Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? :Hmm,teknik mühendisliklerden hiç birini istemezdim.Üniversiteye girişte puanım çok yüksek olduğu halde onlardan kesinlikle yazmadım.Aslında öğretmenliği de isteyerek yazmadım,bir tercih hatası oldu.Yoksa ÖYS'de aldığım puanla öğretmenlik tercih etmek olacak iş değildi.Kısmet işte.Yıllardır kendimi bu kelimeyle avutmaya çalışıyorum.Hala avunamadığım belli oluyor mu yoksa?

8)Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz? :Benim hayallerimde aslında hep doğaüstü yeteneklere sahip olmak vardır.Karşımdakinin kafasından geçeni okuyabilmek,elimdeki sihirli değnekle her şeyi istediğim gibi değiştirmek falan,filan..

9)Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz? :Yukardaki cevabımın ardından Tatlı Cadı olmak isterdim desem.




10)Nerede Yaşamak İsterdiniz? :İşte bu sorunun cevabını çok düşündüm.Daha önce hiç sormamışım kendime.O kadar kabullenmişim sevmediğim bir sürü şey olduğu halde bu şehirde ömrümün sonuna kadar kalmayı demek.Yazık bana.Çılgınca hayal kurma hakkımız varsa -sanırım ben o hakkımı 8. ve 9. sorularda fazlasıyla kullandım- nereleri isterim nereleri.Ama mantıklı bir şey söyle diyorsan Bursa derim.

11)En önemli kusurunuz? :Kesinlikle aldığım kararlarda sebat edememek diyorum.Çok bizarım kendimden bu hususta.

12)Size en fazla zevk veren kötü huyunuz? :Tembelliğim.Hiç hoşnut değilim bu durumdan ama tembel tembel yatmak da çok zevkli,vazgeçemiyorum.

13)Kahramanınız kim? :Red Kit.Yalar yutardım çizgi romanlarını çocukken.Hala da ondan iyisiyle karşılaşmadım.Ben 10 mi,hıh! Hem kibar,hem yakışıklı,hem cesur,hem esprili,var mı gölgesinden bile hızlı silah çeken kovboydan iyisi.Şarkısı da ne güzeldi,I'm a poor lonesome cowboy...



14)En çok kullandığınız kötü kelime : Bir sürü.İçimden geçen bir sürü.Ama Allah'tan hepsini dışa vurmuyorum.Yuh derim bir de çok kendimi tutamadıysam eşşek sıpası derim.Deniz'e yani :)

15)Şu an ki ruh haliniz? :Tam şu andakini soruyorsan iki saat sonra okula gideceğim ama hala yatakları bile toplamamış halde bilgisayarın başında oturduğum için telaşlı,aceleci.

16)Hayat felsefenizi hangi slogan özetler :EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL Hud Suresi.Keşke hayat felsefem haline getirebilsem..

17)Mutluluk rüyanız nedir? : İçim huzur,dışım huzur.

18)Sizce Mutsuzluğun tanımı nedir? : Kendini zorlasan dahi gülümseyememek.İşte o an gerçekten mutsuzsun demektir.

19)Nasıl ölmek isterdiniz? :Kesinlikle çok sürünmeden.

20)Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz? Allah'ın karşısına kadar varabildiysem daha ne isteyeyim.Bundan büyük güzellik,ödül mü olur?

İşte bu kadar.Şimdi bu zor görevi Prettycool'un ve Hilal'in sırtına yüklüyor ve hemen kaçıyorum.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Öyle bir günlük olmalı ki...


Bebeğim,

bugün düşündüm de

bu günlük ne işe yarar ki?

O burcu burcu kokunu,

o cıvıltılı kahkahanı,

gülen gözlerindeki içimi aydınlatan ışığı,

sıkı,sımsıkı kucaklamalarını,

uykudaki meleksi halini

bundan ne bileyim 20 yıl sonra

bana aynen yaşatabilecek mi mesela?

26 Kasım 2010 Cuma

Ankara güzellemesi (Gecikmiş bir mim)



Geçenlerde kitaplığımda eşelenirken Patrick Süskind'in Bay Sommer'in Öyküsü kitabının ilk sayfasına düştüğüm not çarptı gözüme: "Tahmin edebileceğin bir Ankara günü" yazmışım.İsabetli not. 99 Haziran'ında almışım kitabı,aradan şunca zaman geçmiş,gayet rahat tahmin edebiliyorum nasıl bir gün olduğunu.

Okuldan çıkıp (genelde okulu kırıp) eve dönerken illa ki Kızılay'a uğramalıydım.Onca zaman yaşadım Ankara'da, Kızılay'a bir selam çakmadan eve döndüğüm vaki değildir herhalde.Hava durumu müsaitse güzel bir parkta,çoğunlukla da Karanfil'deki ya da Sakarya'daki kitapçılarda uzun uzun vakit geçirip,öğrenci bütçesiyle bir şeyler atıştırıp hadi olmadı sakin bir kafede bir şeyler yudumlayıp,vitrinleri inceleyip,sokaklarda salına salına vakit geçirmezsem yaşamamış gibi hissederdim o günü.İşte yine öyle bir günde almış olmalıydım kitabı.

Bazen de binerdim hiç bilmediğim bir otobüse,son durağa kadar giderdim.Oraları tanımak babında.Hayatta en çok zevk aldığım şeyleri yaşadım Ankara'da,tiyatro eğitimi aldım,tezhiple tanıştım...

Bayılırdım Ankara'ya,her köşesi mutlu ederdi beni.Çok istemiştim üniversiteyi orada okumayı zaten.Halbuki daha önce görmüşlüğüm bile yoktu.Olur ya her gencin küçük dünyasında bir idolü,benim de teyzemdi o kişi.Ailenin en kültürlü,en karizmatik,işte ne bileyim benim için en bi en bireyiydi ve o dönemlerde  Ankara'da yaşıyordu.Ondandı herhalde Ankara'yı daha görmeden sevişim.Gördükten sonra da sevgim arttı.Ankara'ya her gidişimde daha Mamak'ın oralarda içimi bir mutluluk kaplardı.Benim şehrimdi orası.Orda doğup büyümemiştim ama öyle gibi seviyordum.İnsanlarını seviyordum,caddelerini,sokaklarını,ağaçlarını,buzz gibi soğuğunu.Duygusal bakmıyorum,gerçekten güzel bir şehir,haksız mıyım?Belki de ben güzel yerlerinde yaşadığımdan hep,Küçükesat,Emek,Çankaya...

Leylak Dalı orada yaşadıkların orayı sevmende etkendir demişti ama sanmam.Kötü günler de yaşadım Ankara'da,her insan gibi çok mutsuz olduğum zamanlar da oldu.Yaşadıklarımdan bağımsız,karşılıksız bir sevgi benimkisi.Kalıcı bir sevgi bu üstelik,hala devam ediyor.Televizyonda görsem Ankara'nın bir köşesini ekrana yapışıp kalıyorum.

Bir sürü anı canlandı kafamda okuduğum bir cümleyle.Daha buraya yazmadığım neler neler geçiriverdi hafızam zihnimin köşelerinden.Her yer başka anılarla dolu,Meşrutiyet,Tunalı Hilmi,Abidin Daver Sokak...


Baktım da bu yazı sevgili Hilal'in mimine tam bir cevap olmuş :)

Hatırlama mimiymiş bu.Sevgili Deli Anne veNezleli Karga bilmem ne zamanlar yazdığınız günlüğe veya benim gibi ufacık bir nota bakıp o zamanlar nerde,neler yapıyor,neler yaşıyordunuz bizimle paylaşır mısınız?

Haşiye: Bahsettiğim kitabı tavsiye ederim.Çok tatlı bir kitap.Üstelik Can Yayınları Sempé'nin çizimleriyle yayımlamış.

Şıklar biraz fazla oldu ama..


Akşam vakti oğlunu okuldan almaya giden bir anne oğlunun kafasının sınıftaki bir çocuk tarafından kalemle iki yerinden delindiğini,oğluşun tabiriyle akan kandan bilmem kaç peçetenin yırtıldığını duyunca o anne ne yapar?

a) Duyduklarının şokuyla ilk an ne tepki vereceğini bilemeden kalakalır.

b) Oğlunun o anda çektiği acıyı,nasıl ağlamış olabileceğini düşündükçe içindeki sızıdan sabahlara kadar uykuları kaçar.

c) Aklına ellibin tane soru takılır.Ya beyni etkilendiyse,kalemin ucu metal miydi,ya tetanos olursa...

d) Olay gerçekleştiği sırada sınıfta olmadığını çünkü okulda bir toplantıya katılmak zorunda olduğunu söyleyen öğretmene inanıp inanmamakta tereddüd eder.

e) Öğretmenin dediği doğruysa ,ders saatinde toplantı yapıp sınıflarda öğrencileri yapayalnız bırakma gafletinde bulunan idareyi beceriksizlik ve sorumsuzlukla suçlar.

f) Olayın failinin de küçücük bir çocuk olduğunu,yaptığı davranışları hangi bilinç düzeyiyle yaptığını bildiği halde artık onun yüzünü görmeye dayanamaz,handiyse çocuğa kin duyar. 

g) En çok da çocuklarında sürekli saldırgan tutumlar olduğunu bildikleri halde şu ana kadar hiç bir tedbir almadıkları gibi şimdi de duruma "ama oğlum arkadaş incitilir mi"  gevşekliğiyle yaklaşan fail çocuğun ailesini kafasının içinde suçlar da suçlar.

h) Hepsi

22 Kasım 2010 Pazartesi

Çığlık çığlığa bir bayram


Pek bir sosyetik mi olduk ne?Yıllardır her bayramı ruhuna uygun(!) yaşayıp giderken bu sene tam bir bayram tatilcisi olduk çıktık.Bayram kaçışlarımızdaki mekan da hep aynı.Bülent'i sardı bu tatil işi.Bir dahaki bayrama önceden rezervasyon yaptırıp değişik yerlere gidelim demeye başladı.Uyar bana,bayılırım zaten gezmeye,yeni yerler görmeye.


Hava muhteşemdi.Kasım'da sahil başkaymış.İzlemek,sesini dinlemek çok zevkliydi denizin.Dokuz günün tamamını evde geçirmemek başlı başına iyi geldi.Sonbahar her sene bu kadar güzel miydi?



Yalnız şöyle bir durum var ki,çekirdek aile olarak gitmedik bu sefer.Babaanneler,halalar pek bir kalabalıktık.Bu ne demek?Şu Muhteşem üçlü her an bir aradaydı demek.Bu ne demek?Ortalıkta her an bir gürültü,bir hareket,kavga,çekişme,çığlık vardı demek.Bu ne demek?Büyüklerden sürekli "oğlum sakin olun,çocuklar yapmayın,yavaş biraz,kızacağım bak şimdi,geliyorum yanınıza ha,durun düşeceksiniz,birbirinizi incitmeyin,birbirinizi öldürmeyin,ay bu gürültüden bana bir şeyler olacak" nidaları yükseldi demek.



Sevgili kocacığım,tamam gezelim,dolaşalım ama bundan sonra mümkünse başbaşa,hadi o olmadı diyelim sadece üçümüz.Olmaz mı canım?


16 Kasım 2010 Salı

Çifte kutlama


Bugün Resimli Günlük'ün birinci yaş günü.Başlarken bu maymun iştahlılıkla  bir süre sonra vazgeçerim nasıl olsa dediğim ama hayret ki devam ettiğim,hatta tutkuyla bağlandığım bir günlük.Nedenini tam anlamasam da çok keyif alıyorum yazmaktan,okumaktan...Yepyeni insanlar,hayatlar tanıyorum.Kimilerine hayran oluyor,kimilerini çok seviyor,kimilerinden yeni şeyler öğreniyorum.Durup dururken yepyeni bir dünya kurmuşum kendime gibi hissediyorum.Bana ait,özenli,sevilen bir dünya.Bakalım ne kadar sürecek?

Bir de bayram var tabii.Hala sevdiğim söylenemez,hatta konuyla ilgili fikrim "of,yine mi bayram" şeklinde.Birinci gününü de devirdik ama yine de mutlu bayramlar herkese!


15 Kasım 2010 Pazartesi

Ninni maceraları-2


Mesaj içerikli başlangıç kısmı ve yumuşak melodisiyle  bu gecenin ninnisi olarak seçtiğim şarkı,itiraf ediyorum yanlış bir seçimmiş.

Olay şöyle gelişti:
Anne: Kapat gözleriniii kimse görmesiiin.Yalnız..
Deniz:Niye kapat diyor ki?
Anne: (Kısa bir açıklama yapar ve devam eder) Yalnız benim içiiin bak yeşil yeşil.Gözle..
Deniz:Nasıl yeşil bakacak,canavar mı o?
Anne:(Kısa açıklama,devam) Gözleriiin kimseyee ümiiiit vermesiiiin.Yalnı..
Deniz:O ne demeek?!!
Anne:(Hala aynı şarkıya devamla çocuğunu uyutabileceği düşüncesinden vazgeçmemiş,açıklar) Yalnız beniim içiiin bak yeşil yeşiiil. (Neyse bu sefer soru sormadı,oh!)

Şakının ikinci kıtasını yazmama gerek var mı?Orası daha karışık üstelik,ölürcesine sevmek,tanrı ne,falan filan...

14 Kasım 2010 Pazar

Gelinler değilmiş tek hüzünlenen meğer..


Alemsin çocuk...
Gece gece güldürdün beni
Bıyık altından geçiveren duygulanmayı saymazsak...

Yatakta ninni niyetine "Hani şu annemi,babamı,köyümü özledim vardı ya,nasıldı o?" sorusuyla malum türküyü söyletti bana.Finalde de "Zaten ben senden hiç ayrılmayacağım ki" diyerek boynuma sımsıkı sarılıverdi.

Kendime özel not


Şu bir buçuk ayda anladım ki artık birbirimizi daha iyi tanıyoruz...

13 Kasım 2010 Cumartesi

Artık minik bebeğim değil misin bebeğim?


Ne zamandır sallanan ama ufucuk canlı oğlumun dokunmaya çekindiği ön dişi,dün doktorunun tek ve kararlı hamlesiyle ömrünü tamamladı.Önce çok şaşıran sonra çok sevinen Deniz'in konuyla ilgili yorumu, "Anne bugün hayatımın en mutlu günü!" oldu.Dişlerinin yeni görünümüyle büyüdüğü de tescillendi ne yazık ki :(

11 Kasım 2010 Perşembe

Bir asansör gürültüsünün hatırlattıkları

Sabah..Ezan vakti.Kalkıyorum,namaz kılıyorum,hemencecik geri yatağa giriyorum.Hava soğuk artık malum.İlla da güneş yokken.Güneş giderken kendine ait ne var ne yok çekip götürüyor sanki bu mevsimde.Ama yatağın içi sıcacık.Sarınıyorum yorganıma..

Apartmandaki asansör hareket ediyor.Gecenin sessizliğinde sesi yatak odasına kadar doluyor.Kim,nereye gidiyor ki bu saatte?Namaza,camiiye mi yoksa?Sabah namazına camiiye giden tek tanıdığım dedemdi,bunu ayrımsıyorum birden.Şimdi gidemiyor,yaşlandı..Ben çocukken giderdi.

Anneannemlerin iki katlı,bahçeli bir evi vardı eskiden.Ne ilginçti o evin yapısı.Şimdiki birbirinin kopyası evler gibi değil.Nev-i şahsına münhasır evlerden.Alt katta bir sürü oda vardı,ıvır zıvırla dolu,yaşanmayan.Yukarda bütün odalar bir salona açılıyordu.Dışarda koskocaman bir balkon,burda 'ayaz' deniyor.Tuvalete,banyoya giderken ayazdan geçilirdi.İlginç.Yağmuru var,karı var değil mi?Bir de bahçede iki odalı küçük bir ev daha vardı.Orası da atıl,boş,ıvır zıvırla dolu.Sattılar orayı anneannemler.Bakımı zordu.Şimdi apartmanda yaşıyorlar,yaşlandılar..

Büyük teyzem Adana'da öğretmendi.Okullar tatil olur olmaz çocukları toplar Maraş'a annesine gelirdi.Biz Maraş'ta yaşıyorduk ama onlar gelince biz de hep anneannemlerde olurduk.O zamanlar kocalar kıymetsizmiymiş acaba,adamları bırakıp aylarca keyiflerine baktıklarına göre?Küçük teyzem de olurdu bazen.Önce Ankara'da okumuş,sonra Bursa'da çalışmaya başlamıştı.Tam tersi miydi yoksa?Hatırlayamadım şimdi.Neyse işte o da gelince ekip tamamlanırdı.Gerçi bir de dayım vardı ama o pek gelmezdi.Gelse bile yalnız gelirdi,karısı,çocuğu olmazdı yanında.Kendi dünyamda bu durum beni pek ilgilendirmezdi.Ama büyüklerin konuşmalarından bunun dikkate şayan olduğunu anlamıştım.

O zamanlar gündüzler gayet uzun ve hareketli gelirdi bana.Bu kadar insan üç öğün yemek beklediğine göre en azından,kadınların mutfak koşturması bitmezdi.Kocaman sofralar kurulurdu.Benimle aynı yaşlarda olan kuzenimle ne kadar çok oyun oynar,ne kadar çok kavga ederdik.Oyunların en zevklisi büyüklerin de katıldığı oyunlar olurdu.Özellikle annem diğerlerine göre daha çok oynardı bizimle,komik bir kadındı hem de.Annemin bu hallerini kanıksamış olduğumdan bana etkileyici gelmezdi ama kuzenim mest olurdu.Hatta o dönem annemi kendi annesinden bile çok sevdiğini söyleyerek zavallı teyzeciğimin bayağı bozulmasına sebep olurdu.Evet,evet hatırladım,o zamanlar sevgi listeleri yapardık.Tüm çocuklarının,torunlarının vesikalıklarını toplamış olan anneannem bunları ortaya çıkarır,o an seçilmiş bir kişi de-buna büyükler de dahil- sevme derecesine göre fotoğrafları sıralardı.

Geceleri büyüklerin lafı,sohbeti,kahkahaları hiç bitmezdi.Küçükler dayanamaz uyurdu.Kuzenim dinlemek isterdi ama uyku onun da zayıf noktasıydı ve biraz sonra pes ederdi.Ama ben otururdum,dinlerdim,kendimce ufaktan katılmaya çalışırdım esprilere.Ne önemliydi o zaman söylediğin bir sözün,yaptığın bir esprinin büyüklerce gerçekten beğenilmesi.Büyümeye çalışan ergen,yaşa bilumum kabul edilme uğraşlarını!
Vee nihayet uyku zamanı..O kocaman 'ayaz'a baştan sona yataklar serilirdi.Girilirdi yanyana yanyana pikelerin altına.Evin kedisi Papaz da muhakkak oralarda bir yerlerde olurdu.Hemen uyunmazdı ama yine de.Yatak sohbeti başlardı bu defa.

İşte o gecelerin sabahında görürdüm dedemi,namaza giderken.Sessizce,kimseyi rahatsız etmeden gider gelirdi.Canım benim...Bazen de ben de kalkar namaz kılardım,anlamını pek bilmeden.Şimdi farklı mı ki sanki?

Şimdi dönüp bakıyorum da ne şanslıymışım.Hayatımın bir bölümünü de olsa öyle kişilikli bir evde geçirdiğim için,çocukluğumda yaşadığım yerlerde hep bir kedi olduğu için,sabah karanlığında camiiye giden bir dede silueti hafızamda yer bulduğu için.

İllüstrasyon:Eamo Donnely

10 Kasım 2010 Çarşamba

G.ece Keyfi


Gecenin üçünde küçük adam anne babanın yatağına gelir yerleşir de baba bu sıkışıklıkta uyuyamayacağını anlayarak içerdeki kanepenin yolunu tutarsa yapılacak en güzel şey nedir?Tabii ki kocaman yatağa yayılıp mis kokulu küçük adama sıkı sıkı sarılarak bir yandan nefesini bir yandan minik minik kalp atışlarını dinleyerek uyumak değil mi?İşte dün gece biz de bunu yaptık :)

5 Kasım 2010 Cuma

Yumurta konusunda beklentilerim


Her bir meyvenin sebzenin genleriyle oynayıp bizi ne yediğimizden bihaber bırakan arkadaşlar,size söylüyorum!Hayır korkmayın size karşı olanlardan değilim hatta bir iş teklifinde bulunmaya geldim.Nasıl olsa sizin bu işten vazgeçeceğiniz yok,hazır el atmışken şu yumurtanın da genleriyle oynayıverin lütfen.Bence yemelik ve pastalık olarak ikiye ayırın yumurtaları.Pastalıklar yine eskisi gibi üretilebilir,sakıncası yok.Ama yemelik için olanları mümkünse tamamiyle yumurta sarısı halinde olsun.Beyaz kısmından hiç hoşlanmıyorum da.Eh,beyazını da atınca geriye pek bir şey kalmıyor.Zor olmasa gerek sizin için.Lütfen...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Huzur,illa ki!


Sevgili Deli Anne'nin aklıma düşürmesiyle,son günlerde Deniz'le uyku öncesi dua dakikaları oluşturduk.Kitap okuma,süt içme,iyi geceler dileme,anneyi babayı öpücüklere boğma törenlerinin ardından mırıl mırıl duaya başlıyoruz.Belki sormamam gerek ama dayanamıyorum,her seferinde ne istedin Allah'tan diye soruyorum.Dün geceki duasını yazmadan geçemeyeceğim: "Allah'ım,evimizde huzurlu huzurlu yaşayalım,okulumuza huzurlu huzurlu gidelim,huzurlu huzurlu uyuyalım,huzurlu huzurlu yemek yiyelim,insanların hepsi huzurlu huzurlu yaşasın.İyiler kazansın,kötüler kaybetsin."

Açılmalı mı,açılmamalı mı?


İyi bir dinleyici olduğumu düşünürüm genelde.Belki ta çocukken okuduğum Carnegie kitaplarının beynime işlemesiyle sohbet konusunu genelde karşımdaki üzerinde tutmayı tercih ederim.Ne der Carnegie Efendi; "Herkes kendisinden bahsetmeye bayılır,buna izin ver."Tabii günlük hayatın lay lay lom konularında bol bol gevezelik ederim ama iş ciddi mevzulara,dertlerime,tasalarıma geldiğinde pek bir ketumumdur.Kendimi buna zorlamıyorum ama anlatamıyorum.Çok yakınımda ve benim için gerçekten üzüleceğini bildiğim insanları üzmek istemiyorum.Anlattıklarımı arkalarını döndüklerinde unutacak kadar uzak olduklarımı hiç listeye almıyorum zaten.Buraya da yazıp,ağlama duvarı haline getimek istemiyorum.Sadece Allah'a anlatıyorum.Zaten her sıkıntımı giderebilecek bir tek O değil mi?

Bir arkadaşım var,en ciddi,en mahrem meselelerini bile içinde tutmayıp dakikasında paylaşan.Bazen daha mı iyi yapıyor acaba diye düşünmüyor değilim.En şen kahkahalar da o arkadaştan yükseliyor çünkü her zaman.

Ben böyle kendimi tahlil ededururken,dün arkadaşlarla sohbet esnasında nasıl oldu,nasıl aşka geldim bilmem son günlerde canımı çok sıkan ailevi bir meseleyi pat diye anlatmaya başladım.Her ne kadar konu benimle alakalı değilse de,gayet özel bir konuydu ve daha anlatırken kendime şaşırdım.Çünkü anlatmak iyi geliyordu.10 gündür sürekli kalbimin bir tarafını sıkıştırıp duran boğucu his sanki uçup gitmeye başladı.Tabii mevzu çözülmedi ama kalbim biraz gevşedi.Tabii bir deneyimle değişecek değilim,ben yine aynı benim.Ancak şunca yıldan sonra hemcinslerimi anladım ki boşa değilmiş uzun uzun dertleşmeyi sevmeleri.Arada bir iyi gider gibi.


30 Ekim 2010 Cumartesi

Deniz'in kitapları

Günlüğü yazamaya başlayalı nerdeyse bir yıl olmuş.İlk kez "mim"le müşerref oldum.Ne kadar asosyal bir "blog yazarı" olduğuma başka kanıt gerekir mi?Neyse,konumuz çocuk kitapları.Hilal benim de fikirlerimi merak etmiş.Konu kitap olunca yazmak zevkli.İşte başlıyor:

Boncuğunuza kitap seçerken en çok önem verdiğiniz kriterler neler?
  • Deniz'e aldığım sayısız kitaptaki deneyimlerimle artık bir çocuk kitabındaki en önemli unsurlardan birinin resimler olduğunu düşünüyorum.Resimler ne kadar kaliteli,esprili,profesyonelce çizilmişse o kitap o kadar "al beni" diyor Deniz'e de bana da.Hatta bazı kitaplarda sayfayı koparıp duvara tablo niyetine asasım geliyor.Örnek: Koyun Russell.


Bir de sonunda kötülerin acımasızca ve vahşice cezalandırıldığı kitaplardan hiiiç hoşlanmıyorum.Bkz. Hansel ve Gretel,Pamuk Prenses,Kırmızı Başlıklı Kız

Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?
  • Bir kitabın kapağına bakıp karar vermiyoruz genelde.Kitapçıda Deniz'le kendimize bir köşe bulup sayfalarını karıştıra inceleye seçiyoruz kitaplarını.

Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?
  • Çocuk kitaplarının çocuk eğitiminde yeri olduğu kabul ama sadece ders vermeye yönelik,dayanamayıp kıssadan hissesini de kendi çıkaran kitaplar itici geliyor.

Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı ilüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz veya tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?
  • İllüstrasyon bence masaldan bile önce geliyor.Çünkü çoğunlukla Deniz orada yazılı olan toplasan bir sayfaya sığacak hikayeyi aşıp kendi hikayesini oluşturuyor.Bunu da resimler tetikliyor.O yüzden resimler kötüyse genelde içerikle de ilgilenmeyip safdışı ediyorum o kitabı.Ama dikkatimi çeken resimlerin kaliteli olduğu bir kitabın muhakkak hikayesi de kaliteli oluyor.

Çocuğunuzun şu anda en çok sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?
  • Deniz'in yıllardan beri dinlemekten bıkmadığı  kitabı Tübitak Yayınları'ndan çıkan "Hastanede".Bu yayınevinin hemen hemen tüm kitapları var Deniz'de ve hepsi de çok güzel.Ama illa ki Deniz'in favorisi bu.


Bir diğer ortak sevdiğimiz "Uyuyamıyor musun Küçük Ayı?"O kadar güzel ki,şiir gibi bir dil.Sürekli tekrar eden bölümleri var,Deniz onları ezberledi,hatta üstüne espri bile üretiyor artık.





Son günlerin favorisi ise Tülin Kozikoğlu'nun yazdığı "Lili ve yedi çocuğu" serisi.Her bir kitapta toplam on cümle yok sanırım ama her cümleye yorum yapmaktan,çizimlerin iviğini diviğini incelemekten bizim birini okuyup bitirmemiz yarım saati buluyor.



Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öylesine bir masal mı uydururdunuz?
  • Ah,bak bunu hiç düşünmemiştim.Yazarlık konusunda zerre kadar iddiam da yok zaten.Ama hani filmlerde olur ya,anne kitabı okurken daha yarısında çocuk uyuyakalmıştır.Anne de büyük bir şefkatle çocuğun üzerini örter,alnına minicik bir öpücük kondurur,odadan süzülerek çıkar.Ben de bunu bir kez olsun yaşamak istiyorum.O annenin okuduğu kitap neyse,gerçek hayatta yok o,işte ben onu yazmak isterdim.

 Deli anne de arzu eder bu konuda görüşlerini yazarsa okumaktan zevk alırım :)

25 Ekim 2010 Pazartesi

İbadet çelişkilerim

İnsanın (ki o ben oluyorum) her gün,kah en tatlı uykusundan uyanıp,kah bin türlü telaşının arasında zaman ayırıp namaz kılması,O'nun için bunları yaptığı bir Allah olduğuna kesinlikle inandığı manasına gelmez mi?Varlığından emin olmasa bunca zahmete girer mi?
Peki madem öyle,bu insan,O'nun için her şeyi bırakıp geldiği o seccadenin başında neden O'nun karşısında olduğunu unutur da aklı fikri dünya işleriye dolu olur?O var biliyorsun,sen de tam O'nun huzurundasın.Görüyor,duyuyor,biliyor,adın gibi eminsin.Eh öyleyse yaptığının manası ne o zaman?

22 Ekim 2010 Cuma

Bir anneye verilebilecek en güzel hediye nedir?





Bir hamur oyunu.
200-300 parçalı bir lego.
Belki de bir puzzle.
Alsın önüne çocuk bunlardan birini.Saatlerce uğraşsın,oynasın.Anne de vicdan azabı duymadan kendi keyfine baksın.Var mı bir anneye bundan iyi hediye?Fotoğraftaki hamur oyununu ben aldım ama bundan sonra bana hediye getirmek isteyenlere örnek teşkil etmesi açısından gösteriyorum.Mesaj ulaşması gereken yerlere ulaşmıştır umarım.
Parmak boyası da sık sık önüne koymamak koşuluyla çok ilgi çekiyor ama gayet pasaklı bir oyun.O oyunun ardından annenin keyif saatleri temizlik saatleri olarak son buluyor genelde.
Alınmaması gerekenlere arabaları,topları,bakugan zımbırtısı gibi nesneleri örnek olarak verebiliriz.Bunlar çocuğun elinde geçirdiği bir kaç dakikadan sonra annenin ortalıktan her daim toplanması gereken dağınıklıklar listesine hızlı bir geçiş yapıyorlar.Hediye aldığımız kişiyi yormak istemeyiz değil mi?

21 Ekim 2010 Perşembe

Öksürüğe reçeteler


Lisedeyken bir müzik hocamız vardı.Erdinç Bey.İnce,uzun bir adam.Şimdiki okulumda da müzik öğretmeni ince,uzun.Bütün erkek müzik öğretmenlerinin tipleri öyle mi oluyor acaba?Neyse,konumuz bu değil,dağılmayalım.İşte bu Erdinç Bey bize kanon yaptırmaya çalışırdı.Ama nafile bir çaba.İlk grup müziğe düzgün girer,ikinci grup elinden gelen tüm çabayı gösterirdi ama sonunda nasıl olursa ortaya çıkan ses etraftaki kedileri bile kaçıracak kadar berbat olurdu.İşte ben yıllaaar sonra bu kanon işini başardım.Hem de geceden sabahlara kadar.Erdinç Bey'e müjdeler olsun.Emekleriniz boşa gitmedi sevgili hocam.

Bizim evde son bir haftadır yukardaki görüntü dekorun bir öğesi olarak yerini aldı.Şaşırmamak lazım ne de olsa okul başladı.Hatta Deniz bu sene bayağı dirayetli çıkıp ilk 3 hafta hasta olmamayı başardı.Ama tabii makus talih yine bizi buldu ve biz bir haftadır elimizde ilaç şişeleri,sümüklü mendiller dolaşıp duruyoruz ortalıkta.Doktor antibiyotiklik bir şey olmadığını,hafif bir soğuk algınlığı olduğunu söyledi.Doktordan geldikten iki gün sonraysa şiddetli bir öksürük eşlik etmeye başladı soğuk algınlığına.Bu arada ben de kaptım sanırım Deniz'den aynı hastalığı.Böylece bahsettiğim kanon hadisesine hızlı bir giriş yaptık.Karşılıklı odalarda sabahlara kadar öksürüp durduk.Hatta bazen abartıp düet yaptığımız bile oldu.

 İki günde bir doktor yolunu tutmak istemediğimden kendimiz çözelim istedim öksürük sorununu.Öksürük şuruplarının zararlı olduğunu,Avrupa'da kesinlikle kullanılmadığını,karaciğere bir sürü yük bindirdiğini bildiğimden o şıkkı eledim.Kaldık mı kocakarı ilaçlarına.Hiç de bilmiyordum hangi bitki ne işe yarar.O yüzden geçtim internetin başına,geniş çaplı(!) bir araştırmayla çocuklarda öksürüğe iyi gelen reçeteleri buldum.

  1. Buhar banyosu
  2. Limon ve bal katılmış ılık su
  3. En fazla iki tatlı kaşığı toz zencefil katılmış sıcak çikolata(Zencefilin tadı en az çikolatada rahatsız ediyormuş)
  4. Ihlamur,ebegümeci çayları
  5. Karabiber ekilmiş bir kaşık bal
Bunlar klasik öksürüklerde(Yani alerjik bir durum falan yoksa)  uygulanabilecek bulduğum en pratik yöntemler.Kendim sevmediğim şeye çocuğu nasıl zorlayayım ki düşüncesiyle ıhlamur,ebegümeci alternatiflerini çıkardım.O sırada evde sıcak çikolata yoktu,o yüzden üçüncü maddeyi de deneyemedim.Ama artık Deniz öksürmekten boğulacak raddelere gelmişti,o yüzden hemen bir kaşık karabiberli bal yedirdim.Ardından buhar banyosu yaptık.Oyun gibiydi hem de,çok eğlendik.Uyumadan önce de bir bardak limonlu,ballı su içirdim.Tadı kötü olur mu acaba diyordum ama Deniz sıcak limonata gibi bu diyerek bayıla bayıla içti.

Veee mucize gibi,Deniz o gece bir kez bile öksürmeden sabaha kadar uyudu.Bu kadar çabuk sonuç almamıza inanamadım.Teşekkürler kocakarılar:)

Bu arada benim öksürük hala devam.Hele her derste tebeşir tozuna boğulduktan sonra öksürmekten iflahım kesiliyor.Ne var ki Deniz'deki cesaret bende yok.Tadı şöyle güzel,böyle güzel diyorum o garip karışımları içmekten korkuyorum.Kendi kendine geçsin diye bekliyorum.


Haşiye: Şu şarkı dünden beri dilimde.Çok güzel değil mi ama?

20 Ekim 2010 Çarşamba

Samuel Johnson'la ruh ikizi miyim yoksa?

"Elli beş yıldır,yani nerdeyse kendimi bildim bileli kararlar alıyor,daha iyi bir yaşam için planlar yapıyorum.Ama hiç bir şey yapmadım.Dolayısıyla bir şeyler yapmak ihtiyacı iyice aciliyet kazandı,çünkü kalan zaman kısa.TANRIM,doğru kararlar almak ve bunları uygulamak için bana yardımcı ol!"

Baştaki elli beşi otuz üç yap,altına imzanı at.O kadar yani...

18 Ekim 2010 Pazartesi

2010 Yaz Hasılat Raporu

Bu yaz Deniz'e hangi ilkleri kattı,iyice unutmadan yazmalı:
  • Bu yaz ilk kez kendi başına bahçeye oynamaya indi.

  • İlk kez anneden babadan ayrı anneannede geceyi geçirdi.
  • İlk kez yalnız başına yandaki apartmanın altındaki bakkala gitti.Hatta eve ekmek bile aldı!

  • Müthiş bir tutkuyla,her ortamda,her şartta,her an resim yaptı.(Bu konuyu ayrıca yazacağım sonra)
  • Yeni dişleri çıkmaya başladı.
  • Süt dişinin biri sallanıyor.(Evet,bu yeni haber!)


  • Eskiden ağzına almadığı zeytini bu yaz elinden alamaz olduk.Fotoğraf Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nde.Oraya tadımlık konan zeytinlerin hepsini sildi süpürdü.Bize de etrafa "zeytini çok sever de" tarzında mahcup açıklamalar yapmak düştü.
  • Kur'an öğrenmeye başladı.Şu anda "cezm"deyiz.


  • Kitap okuma (dinleme diyelim) tutkusu hiç geçmedi.
  • Dans etmenin zevkini keşfetti.Hatta bir ara kapı gıcırtısına oynar kıvamdaydı.Tabii figürler nev-i şahsına münhasır.
  • Tuvaletini kendi başına yapmayı öğrendi.


  • Bir yaz boyu Ayvalık'a Aybalık demekten vazgeçmedi.



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails