31 Ağustos 2012 Cuma

Barcelona II. Bölüm



Barcelona'daki ikinci günümüzde sabah erkenden ilk ziyareti otelimize de çok yakın olan Park Güell'e yapıyoruz. Çok da iyi yapıyoruz çünkü bu masal diyarını andıran park gezmekle ve tırmanmakla bitmeyecek büyüklükte. Öğlen sıcağında bu gezi eziyete dönüşebilir yani.


Burası aslında Gaudi'nin başarısız kalmış bir projesi. Zamanın kodamanları için şehirden uzak, içinde alışveriş merkezi de dahil her şeyin bulunacağı, şimdinin sitelerine benzer bir site kurmakmış Gaudi'nin amacı. Ama potansiyel müşterilerinin bu projeye pek ilgi duymaması ve mimarın beklenmedik ölümüyle bu iş yarım kalmış. Sadece üç evin yapıldığı site de halka açık bir parka dönüştürülmüş.


Evlere bakar mısınız? Hansel ile Gratel'deki şekerden yapılmış eve benzemiyorlar mı?


Parkın alt girişindeki evleri  ve mozaiklerden yapılmış meşhur kertenkeleyi gördükten sonra kıvrımlı merdivenlerden tırmanmaya başlıyorsunuz. İlk, kocaman sütunlarla oluşturulmuş alışveriş merkezi alanı çıkıyor karşınıza.



 Biraz daha tırmandığınızdaysa fotoğraftaki büyük meydana varıyorsunuz.
Büyük meydan müthiş bir şehir manzarası sunan dev bir teras gibi. 


Meydanın kenarlarında çepeçevre dalga halinde mozaiklerle kaplı banklar var.


Yan yollara saptığınızda eğik sütunlar,


harika yürüyüş yolları,


her bir köşede muhteşem alanlar karşınıza çıkıyor.


Gaudi'nin yaşadığı ve şimdi müzeye dönüştürülmüş ev de parkın içinde.


Tepeye doğru set set çıkılan parkta arada yorgunluktan mecburi molalar veriyor ve etrafta bir yerde illa ki bulunan sokak çalgıcılarının müziğiyle yeniden enerji toplamaya çalışıyorsunuz. Bu kadar yorulmak istemiyorsanız parkı yürüyen merdivenlerle de dolaşabilirsiniz. Ama yürüyerek çıktığınızda kıyıda köşede karşılaşacağınız hoş sürprizler yorulmaya değer bence.


Parktan çıkınca Bülent'in hayalini gerçekleştirmek üzere Noucamp Stadı'na gittik. Ben dışarda bir kafede oturup dinlenirken Bülent müthiş bir kalabalığa rağmen ve uzun süre kuyrukta beklemeyi göze alarak stadın içini gezdi. Ve nihayet öğle yemeği zamanı.

Öğle yemeği demişken bu yurt dışı gezilerinde yemek Bülent'le benim en büyük sıkıntımız. En büyük sıkıntıyı da İspanya da yaşadık diyebilirim.Ne yazık ki gittiği yerin ünlü yemeklerini tatma heveslisi olan turistler değiliz biz. Daha doğrusu damak tadımıza uymayan şeyleri yiyemiyoruz. Örneğin İspanya'da çok fazla deniz ürünü tüketiliyor. En kenarda köşede kalmış ufacık bir restoranın bile menüsü karides, kalamar, ahtapottan oluşuyor. Biz ki balığı bile kolay kolay yiyemeyen bir çiftiz. Hal böyle olunca İspanya'nın hemen hemen hepsinde deniz ürünü bulunan o ünlü paellalarından tatmadık bile. İçinde et olan yemekleri de helal haram kaygısından yemiyoruz. Ki İspanya domuz etinin en çok tüketildiği Avrupa ülkesiymiş. Geriye kala kala salatalar, peynirli makarnalar ve pizza margarita kalıyor ki insan bir kaç gün aynı şeyleri yedikten sonra onları görmeye bile dayanamaz oluyor. Sonuç olarak biz her yurt dışı gezisinden, yürümekten ve açlıktan bir kaç kilo zayıflamış olarak dönüyoruz.


Neyse,öyle böyle karnımızı doyurduktan sonra Poble Espanyol'un sokaklarına adım atıyoruz.


Poble Espanyol, Montjuic tepesinde bulunan, 1929'da Uluslararası Barcelona Fuarı için yapılmış, fakat daha sonra yıkılmamış, aynen korunmuş yapay bir İspanyol köyü.


Köyde bulunan 117 tane ev İspanya'nın her bir bölgesindeki mimari tarzın birer örneği olarak yapılmış. Bir sokak Endülüs sokağı, bir sokak Toledo sokağı, bir sokak Bast sokağı,...


Evler dükkan, atölye, restoran olarak kullanılıyor. Daha çok İspanya'ya özgü şeylerin satışı yapılıyor. Gitar, ünlü içkileri Sangria, İspanya zeytinyağları gibi.


Bir cam atölyesinde ustanın cama nasıl şekil verdiğini izleyebiliyorsunuz mesela.


Bu beyaz, üstten kemerli evler Endülüs evleriymiş.






Yine kedi!
Beni en çok bu kedi güldürdü ama. Bir resim sergisinin kapısında nöbet tutan bu arkadaşın tek kaygısı o kapıdan içeri girebilmekti. Etrafta olan başka hiç bir şeyle, hiç kimseyle ilgilenmiyor, salonun kapısı açıldıkça gözleri parlayarak kapıya bir hamle yapıyor ama daha önce muhtemelen yemiş olduğu fırçaların tesiriyle kendisini içeriye sokacak son adımı atmaya cesaret edemiyordu. İçerde yiyecek bir şey olsa anlayacağım da sadece tablolar var. Bu ne sanat aşkı,hayranım sana kedi!


Barcelona'ya kadar gelmişken çok yakındaki Roma döneminden kalma tarihi Girona kentini ve deli dahi Dali'nin şehri Figueras'ı görmeden olmaz tabii. Onlar da yarına...


29 Ağustos 2012 Çarşamba

Barcelona

Çok uzun zaman oldu gideli değil mi? Ben dönene kadar yaz tatili bitti gitti. Yaz boyu olanlardan bahsetmeden İspanya gezimizi yazmalıyım ama. Yazmadın bir türlü diyenler var çünkü, biliyorum ;)



İspanya'nın doğusunda bulunan Katalonya bölgesinin başkenti olan Barcelona ilk durağımız. Serin, bulutlu, hatta zaman zaman yağmurlu bir Barcelona karşıladı bizi. Uzun zamandır yapmadığımız bir şey, bir gün Bülent'le çiseleyen yağmur altında dolaşmak da Barcelona'nın bize sürpriz hediyesi oldu.


Şehir gezisine ilk Montjuic tepesinden başladık. Burası Barcelona'nın ender yüksek yerlerinden biri ve gözler önüne enfes bir şehir ve liman manzarası seriyor.


Montjuic'ten sonra güzergahımızda şöhreti yedi düvele nam salmış La Sagrada Familia kilisesi var. Gaudi'nin bitmeyen kilisesi. Gaudi modern mimarinin öncülerinden sayılıyor ve Barcelona demek nerdeyse Gaudi demek. Şehirde görmeye değer yerlerin çoğunda onun imzası var.



La Sagrada Familia'nın yani Kutsal Aile kilisesinin halk arasında "bitmeyen kilise" diye adlandırılmasının sebebi binsekizyüzlerin sonunda kilisenin yapımına başlayan Gaudi'nin bindokuzyüzlerin başında bir tramvay kazasında ölmesinden sonra hem Gaudi'nin kendine özgü mimari tarzının zorluğundan hem de sadece halkın yardımlarıyla yapımına devam edilmesinden dolayı hala tamamlanamamış olması. Gerçekten de bizim gördüğümüz haline göre bitmesine daha yıllar var gibi duruyor.


Kiliseden sonra hedef Barcelona'nın kalbi sayılan la Rambla caddesi. Her iki yanında karşılıklı araç trafiğinin aktığı yolların arasında geniş bir yürüyüş yolu, uzun cadde boyunca sağlı sollu mağazalar, hediyelik eşya dükkanları, kafe ve restoranlar var. Burası şehrin en işlek ve turistik bölgesi. Caddenin bir ucu Kristof Kolomb heykeliyle son buluyor.


Diğer ucuysa Katalonya meydanına varıyor.


Passeig de Gracia'da yani zarafet caddesi üzerinde iki ünlü ev var. Casa Mila ve Casa Batllo. 


Kıvrımlı mimarisinden de anlaşılacağı üzere bu evler yine Gaudi'nin eseri. Zamanında Mila ve Batllo aileleri için inşa edilmiş bu evlerin zemin ve en üst katları müzeye çevrilmiş, ara katlarıysa halen ev olarak kullanılmakta.


La Rambla üzerinde en sevdiğimiz yerlerden biri de Mercat de Sant Josep de la Boqueria isimli pazar oldu. Akla hayale geldik gelmedik her türlü meyve, sebze, kuruyemiş, şekerleme satılıyor bu pazarda.






Mesela şu üstteki meyveler nedir biz bilemedik. Ama böyle küçük kaplarda satılan porsiyonluk meyve potpurilerinden alıp yemek tüm gün gezdikten sonra çok iyi geldi.

Bunlar da Barcelona'da hoşuma giden bir kaç kare :


Kraliyet Sarayı


Sokaklar...


Caddeler...



Ağaçlar...


Kediler...


Köpekler...


Barcelona bir günde bitecek gibi değil. Arkası yarın :)




LinkWithin

Related Posts with Thumbnails