Barcelona'daki ikinci günümüzde sabah erkenden ilk ziyareti otelimize de çok yakın olan Park Güell'e yapıyoruz. Çok da iyi yapıyoruz çünkü bu masal diyarını andıran park gezmekle ve tırmanmakla bitmeyecek büyüklükte. Öğlen sıcağında bu gezi eziyete dönüşebilir yani.
Burası aslında Gaudi'nin başarısız kalmış bir projesi. Zamanın kodamanları için şehirden uzak, içinde alışveriş merkezi de dahil her şeyin bulunacağı, şimdinin sitelerine benzer bir site kurmakmış Gaudi'nin amacı. Ama potansiyel müşterilerinin bu projeye pek ilgi duymaması ve mimarın beklenmedik ölümüyle bu iş yarım kalmış. Sadece üç evin yapıldığı site de halka açık bir parka dönüştürülmüş.
Evlere bakar mısınız? Hansel ile Gratel'deki şekerden yapılmış eve benzemiyorlar mı?
Parkın alt girişindeki evleri ve mozaiklerden yapılmış meşhur kertenkeleyi gördükten sonra kıvrımlı merdivenlerden tırmanmaya başlıyorsunuz. İlk, kocaman sütunlarla oluşturulmuş alışveriş merkezi alanı çıkıyor karşınıza.
Biraz daha tırmandığınızdaysa fotoğraftaki büyük meydana varıyorsunuz.
Büyük meydan müthiş bir şehir manzarası sunan dev bir teras gibi.
Meydanın kenarlarında çepeçevre dalga halinde mozaiklerle kaplı banklar var.
Yan yollara saptığınızda eğik sütunlar,
harika yürüyüş yolları,
her bir köşede muhteşem alanlar karşınıza çıkıyor.
Gaudi'nin yaşadığı ve şimdi müzeye dönüştürülmüş ev de parkın içinde.
Tepeye doğru set set çıkılan parkta arada yorgunluktan mecburi molalar veriyor ve etrafta bir yerde illa ki bulunan sokak çalgıcılarının müziğiyle yeniden enerji toplamaya çalışıyorsunuz. Bu kadar yorulmak istemiyorsanız parkı yürüyen merdivenlerle de dolaşabilirsiniz. Ama yürüyerek çıktığınızda kıyıda köşede karşılaşacağınız hoş sürprizler yorulmaya değer bence.
Parktan çıkınca Bülent'in hayalini gerçekleştirmek üzere Noucamp Stadı'na gittik. Ben dışarda bir kafede oturup dinlenirken Bülent müthiş bir kalabalığa rağmen ve uzun süre kuyrukta beklemeyi göze alarak stadın içini gezdi. Ve nihayet öğle yemeği zamanı.
Öğle yemeği demişken bu yurt dışı gezilerinde yemek Bülent'le benim en büyük sıkıntımız. En büyük sıkıntıyı da İspanya da yaşadık diyebilirim.Ne yazık ki gittiği yerin ünlü yemeklerini tatma heveslisi olan turistler değiliz biz. Daha doğrusu damak tadımıza uymayan şeyleri yiyemiyoruz. Örneğin İspanya'da çok fazla deniz ürünü tüketiliyor. En kenarda köşede kalmış ufacık bir restoranın bile menüsü karides, kalamar, ahtapottan oluşuyor. Biz ki balığı bile kolay kolay yiyemeyen bir çiftiz. Hal böyle olunca İspanya'nın hemen hemen hepsinde deniz ürünü bulunan o ünlü paellalarından tatmadık bile. İçinde et olan yemekleri de helal haram kaygısından yemiyoruz. Ki İspanya domuz etinin en çok tüketildiği Avrupa ülkesiymiş. Geriye kala kala salatalar, peynirli makarnalar ve pizza margarita kalıyor ki insan bir kaç gün aynı şeyleri yedikten sonra onları görmeye bile dayanamaz oluyor. Sonuç olarak biz her yurt dışı gezisinden, yürümekten ve açlıktan bir kaç kilo zayıflamış olarak dönüyoruz.
Neyse,öyle böyle karnımızı doyurduktan sonra Poble Espanyol'un sokaklarına adım atıyoruz.
Poble Espanyol, Montjuic tepesinde bulunan, 1929'da Uluslararası Barcelona Fuarı için yapılmış, fakat daha sonra yıkılmamış, aynen korunmuş yapay bir İspanyol köyü.
Köyde bulunan 117 tane ev İspanya'nın her bir bölgesindeki mimari tarzın birer örneği olarak yapılmış. Bir sokak Endülüs sokağı, bir sokak Toledo sokağı, bir sokak Bast sokağı,...
Evler dükkan, atölye, restoran olarak kullanılıyor. Daha çok İspanya'ya özgü şeylerin satışı yapılıyor. Gitar, ünlü içkileri Sangria, İspanya zeytinyağları gibi.
Bir cam atölyesinde ustanın cama nasıl şekil verdiğini izleyebiliyorsunuz mesela.
Bu beyaz, üstten kemerli evler Endülüs evleriymiş.
Yine kedi!
Beni en çok bu kedi güldürdü ama. Bir resim sergisinin kapısında nöbet tutan bu arkadaşın tek kaygısı o kapıdan içeri girebilmekti. Etrafta olan başka hiç bir şeyle, hiç kimseyle ilgilenmiyor, salonun kapısı açıldıkça gözleri parlayarak kapıya bir hamle yapıyor ama daha önce muhtemelen yemiş olduğu fırçaların tesiriyle kendisini içeriye sokacak son adımı atmaya cesaret edemiyordu. İçerde yiyecek bir şey olsa anlayacağım da sadece tablolar var. Bu ne sanat aşkı,hayranım sana kedi!
Barcelona'ya kadar gelmişken çok yakındaki Roma döneminden kalma tarihi Girona kentini ve deli dahi Dali'nin şehri Figueras'ı görmeden olmaz tabii. Onlar da yarına...
hanım hanım yetmez mi gezdiğin:)
YanıtlaSilDur bakalım şeker,yeni başlıyoruz :)
YanıtlaSilyok yok çok güzelmiş. bak parkada gitmişin.. çok güzel gezmişin çok..
YanıtlaSilEvet,güzeldi,illa da Barcelona çok güzeldi :)
YanıtlaSil