27 Temmuz 2011 Çarşamba

Son durak Amsterdam


Amsterdam'ın çok güzel bir şehir olduğunu defalarca duymuştum ama söylenenleri fazlasıyla hakettiğini anlamam için görmem gerekiyormuş.Gezdiğimiz onca şehir içinde beni en çok büyüleyeni Amsterdam'dı diyebilirim.Kanalları,su üzerine kurulmuş bir şehir olduğundan eğri büğrü duran eski binaları,"bot ev"leri,sayısı 400'ü geçen taş köprüleri,değirmenleri,çiçek pazarı ve her tarafı istila etmiş bisikletlileriyle her an şaşırtan,her an hayranlık uyandıran bir masallar diyarı gibi Amsterdam.

Tüm bu özelliklerinin yanında "özgürlükler ülkesi" diye adlandırılan Hollanda'nın en özgür şehirlerinden biri Amsterdam.Her şey serbest burada.Uyuşturucu,kumar,fuhuş.Gayet olağan şeylermiş gibi ortada ve rahatlıkla isteyen uyuşturucu alıyor,isteyen kumar oynuyor,isteyen de şehrin en merkezi yerindeki Red Light caddesinde cinsel isteklerine sınırsızca karşılık bulabiliyor.Uyuşturucu,kafelerde,yiyeceklerin,içeceklerin içinde isteyenlere servis ediliyor.Bu kafelerin en ünlüsü Baba Kafe.Aman dikkat,bu kafelerin olduğu sokaklardan geçerken ortamdaki kokudan hafif kafayı bulabilirsiniz.Hele kafelerin kapısından içeri başınızı uzattığınızda uyuşturucu kokusundan nefes almakta bile zorlanıyorsunuz.


Red Light caddesinin genel hali benim blogumun sansüründen geçemediği için orası hakkında fikir verecek sadece bir kaç fotoğraf paylaşabiliyorum.


Cadde boyunca sıralanmış,vitrinlerinde ilgilenenleri cezbetmek için bekleyen canlı çıplak kızların bulunduğu "ev"lerden en ünlüsü Casa Rosso.



Burada özgürlük(!) herkese.


Yol üzerlerinde erkeklerin tuvalet ihtiyacını gidermek için yapılmış,pek de bir şeyi gizleyip saklamayan paravanlardan biri.


Görüldüğü üzere Amsterdam pizzaları pek bir doyurucu.

Hollanda'da kaldığımız iki gün boyunca Amsterdam dışında Marken ve Volendam kasabalarını,Rotterdam'ı ve yerel söyleyişle Den Haag,bizim bildiğimiz ismiyle Lahey'i de dolaşma imkanı bulduk.Bu güne kadar Hollanda'nın başkentini Amsterdam sanan ben başkentin Lahey olduğunu da öğrendim."Böyle düşünmen hiç garip değil,çoğu kişi başkenti Amsterdam zanneder" diyerek beni rahatlattı rehber.Türkiye'ye gelen turistlerin çoğu da İstanbul'u başkent zannediyormuş zaten.


Marken ve Volendam okyanus kıyısında iki balıkçı kasabası.O kadar güzel yerler ki kelimelerle tarif etmem mümkün değil.Zaten Marken,Unesco'nun dünya kültür mirası arasında koruma altındaymış.Hollanda'ya gidenlerin bu iki kasabayı görmeden dönmeleri yazık olur.


Volendam'da iskele kenarındaki sokakta bulunan yol boyunca dizilmiş kafelerde yemek yiyenlerin yediklerine ortak olmak için ellerinden geleni yapan,teklifsizce insanların ellerindeki tabaklara konmaya kadar işi vardıran bu kuşları seyretmeye doyamadım.


Yol üstünde ünlü tahta takunyalar ve Hollanda peyniri üreten bir çiftliğe de konuk olduk.


Fotoğraftaki muzip ve neşeli çiftçi bize takunyaların ve peynirin nasıl yapıldığını uygulamalı olarak anlattı.

,

Başkent Lahey'de ünlü adalet divanını,parlemento binasını ve altın heykeli görmeden geçmek olmaz.

Lahey'e gidenlerin mutlaka görmesi gerekenlerden biri de Hendrik Willem Mesdag'ın müzesindeki panoramik resmi.Yasak olduğu için fotoğraf çekemedik ama şunu diyebilirim ki resmi görenin bir kaç saniye nefesi kesiliyor.Bilginiz olsun...


Rehberimizin bizi en son götürdüğü yer Miniatürk'ün Hollanda versiyonu olan Madurodam.

Rehberle yollarımızı ayırdıktan sonra keyfimizce gezdik.Kanal gezintisi yaptık,avare avare dolaştık,bir de gece halini seyrettik Amsterdam'ın.Çok fotoğraf,çok güzellik var.Ben sadece altına dip not eklemek istediklerimi koydum yukarıya.Daha ne kareler yakaladığımı merak edip görmek isteyenler slideshowa tıklayabilirler.

10 yorum:

  1. nasıl bi zevki sefa içinde yaşıyorlar:)ve doyumsuzluk içinde.pizzalarında bile bi taşkınlık var:) siz yeme içime konusunda zorluk yaşadınız mı. hani güvenebileceğiniz yerler bulabildiniz mi:)

    YanıtlaSil
  2. Ah Merveciğim,işte en can alıcı noktaya değindin.Avrupa'da geçirdiğimiz 8 gün boyunca aç gezdik desem yeridir.Genelde yediğimiz ya peynirli,domatesli pizza ya da patates kızartması oldu.Onlardan da bir süre sonra fenalık gelmeye başlıyor tabii.Sadece Türk lokantası bulabildiğimiz bir kaç yerde gönül rahatlığıyla karnımızı doyurabildik.Yanımıza Türkiye'den bir şeyler almamıştık,uçakta falan sorun olabilir diye.Orada öğrendik ki vakumlanmış halde tüm yiyecekleri götürebilirmişiz.Bir daha gidersek inşallah,burdan bol bol yiyecek götüreceğimiz kesin.

    YanıtlaSil
  3. ben de çok sevmiştim amsterdamı.. biz gittiğimizde red light ta foto çekmek yasak demişlerdi. Çok acaip bi psikolojide ordaki insanlar bence. Değişik..
    Ayrıca benelux turu ile gittiniz sanırm zira bi 5 sene önce biz de aynı rotayı takip etmiştik. Çok güzel anlatmışsınız, anılarım canlandı :) Takibe aldım sizi

    feride

    YanıtlaSil
  4. yine çok hoş bir gezi yazısı olmuş özlem. eline sağlık, yazı dizini baştan sona çok keyif alarak okudum:)

    YanıtlaSil
  5. SalihaBetül'ün annesi,evet Benelüx turuyla gittik.Aynı şeyleri yaşamış biriyle karşılaşmak güzel,hoşgeldin :)

    YanıtlaSil
  6. Alkım sağol canım,çok uzadı,sıkıcı mı oldu diye endişelendim bazı bazı ama :)
    Yeni gezi yazılarında buluşmak dileğiyle...:)

    YanıtlaSil
  7. Hep görmeyi hayal ettiğim bir şehir,görseller harika...
    paylaşımınız için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  8. İçimden geldiği gibi,hoşgeldin.Güzel sözlerin için teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  9. ne guzel anlatmissiniz elinize saglik. ama sansliymissiniz hava guzelmis her zaman olmaz :)

    YanıtlaSil
  10. 3 günlük bir geziden ancak bu kadar Gülçin, daha ne çok şey vardır eminim, sen daha iyi bilirsin :)

    YanıtlaSil


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails